Tuesday, December 27, 2011

efkar **

tedai-i efkar?






efkar-ı umumiyenin zerre umrunda olmasa da:

"i’m coming homei’m coming home
tell the world i’m coming home
let the rain wash away all the pain of yesterday
i know my kingdom awaits and they’ve forgiven my mistakes 
i’m coming home, i’m coming hometell the world i’m coming"












** o anlamıyla değil işte
efkarlıyım der isem ve siz de onu kast etmediğim anlamıyla anlarsanız, kendi kendime oynamış olurum sadece, belki de. zira efkar-ı mütemadi değil halim

(bu sonuncusunu cümlede doğru kullanamadım gibi bir his var içimde?)

Sunday, December 25, 2011

sainkho namtchylak

ben tam da buraların havalarını tutturur oldum derken, her noel de karlı geçiyor derken yine beni şaşırttı havalar.gayet kuru bir o kadar da güneşli bir 25 aralık..ne güzel ne güzel..





getting better
getting warmer
let the sun shine


oldukça etkileyici bir sesi ve kısacık saçlarıyla göze takılan bir görünüşü var Sainkho Namtchylak ın. herkes bilsin istediğim insanlardan... tuva'lı. tuva da nesi/neresi diyecek olursanız da asyanın ortası, rusyadaki özerk bölgelerden biri,şamanist olanı derim. (resmi olarak tek şaman onlar mı emin değilim gerçi). ama dünyada gırtlak müziği (throat singing ) sayesinde en azından müzik dünyasına kendini tanıtabilmiş bir ülkecik.




ben henüz izleyemesem de "genghis blues" isimli oscara zamanında aday olmuş bir belgesel de var bu throat singing üzerine. kısaca bir kişinin aynı anda bir kaç sesi birden çıkarabilmesi denebilir sanırım. lakin nasılını bilmem.bir kaç (2-3) ses diyorlar, bense sanki sadece iki ses duyuyorum, üçüncüyü bulduramıyorum. ama düz bi dinleyiciyim ben sadece

şuradan bu tarzda şarkı söyleyen insanların listesini bulabilirsiniz, ya da kısaca sainkho namtchylak dinlemeye devam edebilirsiniz..

Saturday, December 24, 2011

hey little bird, fly away home

http://youtu.be/9vEBPYfy1GM


içim kıpır kıpır gün sayarken dışarıdaki çılgın alışveriş kalabalığından korkup eve sığınmak.



kahretmeye ki diğer tip de evde. huzursuzluk nedeni...



geçen gün -kar başlamadan evveli- lab.da tartım yaparken rasladım, içim açıldı. sonra kendi camsız labıma geçtim tekrar daraldım




hepi-meri-kırismıs ve atmosferine uygun bir şarkı: http://youtu.be/vWhiUcrSiAg 


miyavi nin türk ya da isviçre versiyonu olsa, iki milletin rockçıları punkçları da bu kadar kapalı olmasa yeni bir şeylere..

Friday, December 23, 2011

buralara da gelsen ya?


ama yok ille de birleşik krallık..

kar yerine yağmur tercih ettiğimi keşke sana gelmeden önce bilseydim isviçre... (gerçi ingilterede de harçlar yüksek, fakat o ayrı bir konu)

bulut zaten eğlenceli bi şey, lakin türkçesinden tam emin olamadığım aramaya ise üşendiğim mercek (merceksel?merceksi?) bulut ya da lenticular cloudlar ise tam şenlik. mesela dağın tepesinde takke gibi duranlar, ya da fıldır fıldır dönmüş de o ara dona kalmış gibi olanlar, üstteki gibi uçan apartman misali kat kat olanlar, ufo sanılanlar... çok orjinaller kendileri. çok da görüldüğü yerde fotoğrafı çekilmelik.

bbc nin sayfasında vardı da, ordan bir iç geçirdim

bi onlara bak bir de benim karşıma çıkan çarşaf çarşaf bulutlara


daha bugün beğenmiştim oysa  bunu.. çok pis satarım
!

Tuesday, December 20, 2011

a fatal illness

"One day, you don't feel  like doing  anything. -Nothing  interests you, everything  bores you. Far from wearing  off, your boredom persists and gets worse, day by day and  week by week. You feel more and more bad-tempered, more and more  empty inside, more and  more dissatisfied with  yourself and the world in general. Then even that  feeling wears off, and you don't feel anything any more. You become completely indifferent to  what goes on around  you. Joy and  sorrow, anger and excitement are things of the past. You forget how to laugh and cry - you're  cold inside  and incapable of loving anything or anyone. Once  you reach that  stage, the  disease  is  incurable. There's  no  going back. You bustle around with a blank, grey face,  just like the men in grey themselves -indeed,  you've joined  their  ranks.  The disease has a name.  It's called deadly tedium."


gerçekten çocuk kitapları mı yazdın sen michael ende? ben anlamayabilirdim ki eğer çocuk halimle okusaydım kitaplarını...

Saturday, December 17, 2011

fakirlik

fakirliğin de tamamen göreceli olduğunu önceden bu kadar şiddetli farketmemiştim. mesela, isviçrede yapılan son araştırmay göre:


"For individuals, the poverty line in Switzerland is set at 2,400 francs ($2,554) a month. 
In 2010, the average annual income per household in Switzerland was 47,567 francs ($50,654)."
http://www.thelocal.ch/2051/20111216/ 



onlar öyle deseler de ben pek katılmıyorum ile katılıyorum arasında kaldım. şimdi şöyle ki, evet bin frankın altıyla çok çokçokçok zor yaşanır isviçrede. sebze ve eti çıkarmanız gerekir diyetinizden en basidinden, belki otobüs abonmanı yerine her yere pedal çevirmeniz gerekir falan. ama iki bin frankla rahat bir yaşam sürebilirsiniz. her gün tiyatro sinema konser gibi etkinliklere katılamazsınız (ama her hafta bir-iki olur), veya her haftasonu dağa kayağa snowboarda gidemezsiniz ayda bir gidersiniz, herhafta kıyafet alamazsınız belki ama oldukça rahat yaşanır. bana göre 1500 limittir isviçrede -eğer ki kendi evimde tek başına kalacağım yerine wg -wohngemeinschaft- 'de kalmayı tercih edebilyorsanız. yoksa uyduruk acayip stüdyolar 700 franktan başlayıp alıp başını gidiyor.

isviçredeki evlerden de bahsetmek lazım belki... eski evlerde duşun mutfakta olmasına tek şaşıran ben olmamalıyım?

Thursday, December 15, 2011

twinkle twinkle menulis




günlerin 48 saat olmasıdır şu gelen yıldan dileğim, yoksa böyle onu da yapacağım bunu da yapacağım derken çok yorucu hayat. bazı şeyler için yapmayı geçtim bakmaya bile vakit yok. en sevdiğim laf olan "o değil de" ile hemen bağlamayı beceremediğim konuyu değiştireyim; en güzel twinkle twinkle little star yorumu şu aşağıdaki değil de hangisidir? ayrıca bu kadın yetenekli değilse kimdir? resimler de onun



































"take away show" ları sevmeyen var mı?
(varsa, ama sevilmezler mi hiç diye karşı çıkmaya hazırım)

izlediğim en iyi take away show bu kadınınki diyemem belki ama katiyen performansına, videoya, çekilişine kötü de diyemem. hepsi güzel. belki şarkılarının çoğunun ne anlama geldiği hakkında bir fikrim yok ama müzikte bu çok da önemli bir şey değil, bu şarkıda umut ya da en azından pozitif şeyler olduğuna inanmam yanlış mı mesela?

bilmeyen için ise kısaca take away shows, la blogotheque isimli fransız müzik sitesinin/blogunun başlatmış olduğu bir proje (proje denebilir heralde,bilemedim başka nasıl tanımlasam). sanatçılar gruplar sahneden inip günlük hayattan bir yerlerde performanslarını gerçekleştiriyorlar, yönetmenliğini yapan vincent moon sayesinde mi bilemiyorum pek hoş videolar, ve şahane akustik şarkılar ortaya çıkıyor.

benzeri, ama mekanda kısıtlı versiyonu ise black cab sessions. onlar da süper, ve adı üstünde...







take away demişken, arcade fire'ın asansör performansı da farklı, pek izlenesi bir o kadar da dinlenesi. uzun hali(devamı) merak edilirse o da şurada


Monday, December 12, 2011

krampus



ne zoru var bu dağlı milletinin çocuklarıyla bilemiyorum ama daha önce bahsettiğim schmutzli lerin bavyera ve avusturya versiyonu da krampuslarmış ki cadılar bayramının en ateşli yerinden fırlamış gibi görünen bir eleman kendisi. ritüel yine benzeri, st nikolaus uslu çocuklara hediyelerini verirken peşisıra gelemekte olan krampus ise kötü çocukları cezalandırmakta ki ne cezalandırma bildiğin çocuk yiyen canavar... aralığın 5i 6sı çocukların saklanma günü olsa gerek. ben çocuk olsam, değil tüm yıl tüm ömrüm billah uslu çocuk olmuş olsam bile sokakta bu yaratıkları görmek istemezdim. googledaki şu resimleri gördükten sonra bizdeki gulyabaniler dunkankalar halt etmiş bu krampus un yanında diyorum ayrıca.



berne giderseniz, sokakların birinde hatırlamıyorum hiç hangisinde bir çeşme ve üzerinde çocuk yiyen adam heykeli var (kindlifresserbrunnen). bildiğin eni konu çocukları lüpletiyor ve bunu şehrin göbeğinde yapıyor... avrupanın nüfusunun azalacağı eskiden belliymiş aslında,şimdi yeni birşeymiş gibi bunu genel trendlere falan bağlamak belki çok da doğru değil... çocuk yiyen adam olur mu ya, hadi hikayede oldu böyle sokak sokak gezer mi?! adamların tarihinde çocuk sevgisi yokmuş sanki..
bendeki resimleri biraz karanlık ama wikipediadaki şöyle bir resmi var çeşmenin ve olası yorumları:


ortaçağ avrupa mitolojisi neden bu kadar korkunç?...



bu arada, eve yarım saatliğine isviçre santası 'samichlaus' siparişi 80frankmış, gün ola lazım olursa zürich için adresi: http://www.chlaus-zuerich.ch/tarife.php

Thursday, December 8, 2011

Wednesday, December 7, 2011

mevsim

misafirler gelen gidenler bittiğine göre hava soğuyabilir fırtınalar kopmaya başlayabilir, evet. isviçreliler küresel ısınma falan sansa da sebebini, havaların böyle gitmesinin yegane nedeni "kışın soğuk buralar" diye inleyen beni misafirlere alay konusu yapmak idi. geçen hafta yılın muhtemel son misafirleri de döndüğüne göre bu fırtınalar soğuklar anlaşılmaz değil...

mevsim böyle bir mevsim. ayrıca yukarıdaki reklamda gani ganisini görüp belki de korktuğunuz ya da tiksindiğiniz şirincik(?)(sevemedim karagözlüm) grittibänz mevsimi, yer fıstığını narince açıp santa clausa merabağğ deme mevsimi, schmutzlilerle hesaplaşma mevsimi, tüketim çılgınlığı mevsimi (noel alışverişi!), normalde hiç bi anlamı olmayan düz mumlara cüzdanı boşaltma mevsimi, son 2-3 yıldır bende stres yaratan öncesi ve sonrası kritik deadlinelarla dolu uzun tatil mevsimi, eve gün sayma mevsimi, marroni-kestane mevsimi, kremalı kestane püresine (vermicelles) doyma ve yine cüzdanı boşaltma mevsimi, glühweinla bünyeyi  doyurma-çaya abuk sabuk likörler katarak da ısınma mevsimi, noel marketi görmekten bıkkınlık geçirebilme, ama akşam olup da ışıklanınca yine sevinebilme mevsimi, raclet ve fondue kokusundan boğulma riski atlamaca mevsimi,hansel ile gretel masalının gerçekliğine inanma mevsimi ...



aralık ayı bana bunları ifade ediyor. glühwein içip vermicelles yiyerek geçirebilirim sanki bu ayı. zaten aralık burada-ve çoğu hristiyan ülkelerde- bizdeki gibi 31 değil 24 çekiyor. 24üyle 31i arasında bir hayat yok sayılır eğer ki burada bir aileniz yok ise. aileniz var ise -gerçekten, manevi açıdan da, ailenizse- yemeğe ve hediyeye doyacağınız ve belki de uzun zamandır görmediklerinizi göreceğiniz bir on gün sizi bekler...




**resimler ordan - burdan

Saturday, December 3, 2011

"herşeyin kendisini olduğu gibi beklediğine inandıran bu yanıltıcı duygu"...



ben seni sevmeyeyim de kimleri seveyim a pestalozzi, namı diğer uzunbiraradan-yokluktan-sonratürkedebiyatınakavuşmanoktam. hemencecik murakaminin iq84ünü de edinmişsin beni daha da bahtiyar kılmışsın...


böyle kitabım, müziğim,ve kağıt-kalem-makas-boncuk dörtlüm olsun, sıkılmam ki ben hiç evde...


ne demiş sevgili susam sokağı atalarımız:
kes, kes, kes kağıtları
neşeli sakin tasasız çıkar hayatın tadını!




bi'şey sandınız di mi diyince, oysa böyle kendini bilmez bir dağınıklık...

Thursday, December 1, 2011

bitti bitmez dediğimiz masallar

daha önce bu başlığı kullandım mı acaba? muhtemelen evet?... zira ne zaman istanbuldan buraya gelsem veya ne zaman ziyarete gelmiş biri dönse aynı hüzün.

şehri tanımama, insan tanımama değil. istanbuldan daha hakimim ve muhtemelen türkiyede tanıdığım insanlardan daha fazlasını tanıyorum burada, birşey organize etsem daha fazla insan geliyor ama işte o maddi değil manevi tatmin yok. adaptasyon sorunu değil bu, belki "sıkıntısı" denebilir? bilemiyorum, gerek duymuyorum tanımlamaya



tez ve iş konularında şu ara sıkıntılı zamanlar geçirsem de bir ziyaret ya da solmuş sandığın çiçeğin yeşermesi, yeşermeyi bırak kış günü domates vermesi kadar mutluluk veren şey az olurmuş



Friday, November 25, 2011

arbeit macht frei!

vay arkadaş kim derdi ki gün gelecek de nazilerle aynı fikirde olacağım, çalışmak adamı özgürleştir'i savunacağım. ama yok , öyleymiş!

en azından şu helvetia diyarında...



mesela ben, bir öğrenci (sefil?) olarak sabah 8 akşam 7 lab. dayım.

buna mukabil, sevgili lab çalışanları ise kimi çarşamba öğleden sonrasında haftasonunu başlatıyor kimi öğleden sonra 2buçukta çıkıyor, 4te ise herhangi bir insanı ara ki bulasın. 

evet, uygun koşullar sağlandığında, çalışan biri benden çok (çoooooooook) daha özgür ve bu özgürlüğün üstüne para kazanıp maddi özgürlüğe de kavuşuyor..

-kabul yani, isviçre hep kötü hep kötü değil-



*resim wiki'den

Monday, November 21, 2011

eko tv

yıllar yılıdır böyle ara ara kendimi şu son giden i söylerken buluyorum mor ve ötesi'nden. beynime mi işlenmiş yoksa seviyor muyum karar veremedim...

şimdi için öyle diyemesem de, eskiden -sanırım eko tv zamanları bu eski tanımı-, çok severdim mor ve ötesini, özellikle bu şarkıyı, sabahın köründe li şarkıyı, ve ilk damla düştü lü yü.



hayır, şarkıların adlarına bakamayacak kadar tembel değilim, sadece ben hafızası böyle olan bi insanım. şarkıların adlarını bilmedim bilemeyeceğim, şimdi buradan bilirmişim gibi davranmama gerek yok, di mi?

hatta sırf bu isim kıtı hafızadan dolayı, sabahları uyanmışken rüya gördüğüme inandı insanlar. her sabah aynı saatte ki o saat bizim sevgili servisin gelme saati oluyordu, aynı süper şarkı tvde çıkıyordu ama ben kapıda ayakkabılarımı giyiyor ya da toparlanıyor falan oluyordum ve her seferinde "o süper şarkı yine çıktı, şöyle böyle animasyonlu klibi var biliyor musun kimin"  gibi sorular soruyordum etraftakilere ama nafile. sadece ben denk geliyormuşum...

ve yıllar sonra (çok mu dramatik bir kalıp bu "yıllar sonra"?), youtube un hayatlarımızda yerini almasıyla yüce bir bilgiye ulaştım (muhtemelen şans eseri).  meğersem mete özgencilin şahane bir albümü ve daha da şahane şu şarkısı varmış. bir şeyi yıllarca aranıp bulunca insan huzura eriyormuş gerçekten, haha




dünya beş dakika sonra benim olmasa da beş dakika sonra çıkmazsam filme geç kalıyorum, puyyyyff



pazartesi demişken, şu http://www.project21.ch/ in de bazı pazartesileri ücretsiz film gösterimleri var StuZ2 da... evet, pazartesileri çalınmaması gereken bir gün

Sunday, November 20, 2011

holy monday!

abartıp thanks god it is monday moduna girmiyorum, ne de olsa o bir pazartesi, pazar sabahlamalarımın sebebi, dolayısıyla bir çok insan gibi ben de pazartesilerle aramın iyi olduğunu söyleyemeyeceğim. 

şöyle başlayayım ki, aşağıda pek taze opernhausdaki operalardan birinin bilet fiyatlarını ve kaçının satıldığını görüyorsunuz.



270 frankla 38 frank arasında değişiyor biletler, ve neredeyse hepsi tükenmiş durumda... kapış kapış gidiyor yani biletler... bir de hani bizde derler ya, aah ahh azizim eskiden beyoğluna en yeni en şık giysilerimizle giderdik diye... burada da insanlar opera binasına en yeni en şık kıyafetleriyle gidiyorlar önünden geçerken kendimi sürekli paçoz hissediyorum. bu ise konudan alakasız.

tamam bizde de tiyatro için olmasa bile opera bale gibi etkinlikler için insanlar daha bir özenerek gelirler ama burası başka.. verdikleri bilet parasından dolayı olabilir. 

ikiyüz frank on saatlik çalışma ya da bir haftalık harcama demek sıradan bir öğrenci için. yani öyle bizdeki gibi bir paket sigara ya da iki bira içmeyi ver kardeşim şeklinde insanları motive edemiyorsunuz.

ha buna karşılık, muhtemelen burada çalışan insanlar bizdeki gibi sürünmüyorlar, insan gibi yaşıyorlardır -sanırım-.

tiyatrolar ise kısmen daha ucuz.

sinemalar biraz daha ucuz..

müzikal gibi tamamen özel etkinlikler ise almış başını gitmiş fiyat konusunda.. artık ilgilenmiyorum

holy monday diyordum... kutsallığı paskalyadan değil etkinliklerdeki indirimden geliyor benim için. 

sinemalar indirimli, ve dahası schauspielhaus daki oyunlar yirmi frank! hatta büyük salonda arkada oturmaya razıysanız 10 frank. gayet makul yani

ayrıca daha bir sürü özel tiyatro var tabiki de, sadece demin oyunlara göz gezdirirken aklıma geldi bahsetmek. 




Friday, November 18, 2011

my way?



aslında sözlere bakınca yeni ergen şarkısı olma potansiyeli var, ama dönüyor kafamda... kırağı ile güne başlayıp, şiddetli bir sisin içinden geçip sonunda -5 saat sonra- güneşe ulaşmak huzur veriyor insana ve gizliden de sakin bir isyan. şarkıdaki gibi





bütçe kısıtlamasına gitmeye çalışıyorum ama ne kadar çabalarsam çabalayım bi işe yaramayacakmış gibi, zira kafadan 900frank sabit ödemeler var aylık (isviçreye geleceklere sevgilerimle)

genel pahalılığı geçersek, isviçrede sinir olduğun bir konu da şu tren ücretlendirmeleri. zürihten okula -aynı kanton içinde- aylık abonman almak 198 frank. tüm ülke içindeki her toplu taşıma vasıtasını kapsayan GA ise aylık 250 frank.. (yıllık alırsan 220.-) her gün okula bilet almak ise günlüğü 20den pekçok frank... bisiklet almak 150-200 frank falan (ikinci el) lakin kış günü 2/2 toplam 4saat pedallama sonucu gelecek hastane parası belirsiz.





****

sitelere, sosyal ağlara bakınıyordum da kalp kalbe karşıymış time la ortak kelimeler kullanmışız :P ya da my way, your way, his/her way vaktiymiş vakit

erdoğan's way.. kapak biraz şaka kıvamında olsa da ("pro-islamic, .... secular, democratic, western-friendly " diyerek) yazı aslında o kadar şaka gibi değil. erdoğan, arap ülkeleri tarafından kendisinin algılanışı ve türkiye konularını fena toparlamamış aslında. adamı kapak yaptılar diye erdoğan'ı pohpohlayıcı bir yazı olduğu iması çıkmış sanırım, yorumları okuduğum - gördüğüm kadarıyla. siz de bu fikirdeyseniz, veya hiç olmadı avrupada ve islam ülkelerinde demokrat, sosyalist, ya da açık fikirli falan geçinenlerin erdoğan hakkındaki düşüncelerini özet olarak öğrenmek isterseniz okumazını tavsiye ederim:
http://www.time.com/time/magazine/article/0,9171,2099674,00.html
(hatta benim gördüğüm kadarıyla avrupada yaşayan modern arapların erdoğan'ı nasıl nasıl sevdiği oldukça şaşılası)
(ayrıca kabul iç sorunlardan pek bahsetmemiş. ama yazı erdoğan ve dış politika ağırlıklı -özellikle arap dünyası- hem tipik türk işi içerde -evde- kavgalı dışarı ise güçlü-mutlu-beraber görünme çabamızı erdoğan da sürdürmüyor mu ki?..)
(ilk sayfanın sonunda niye "portrait of kurdish rebels" albümüne link var,bunu ise bilemeyeceğim...)

-

diğer bir gözüme çarpmışken-aklıma takılmışken konusu da... şu fotoğrafın rengi mi denir dokusu mu denir.. bu editlenmiş gri tonlar... (sırf grilik değil de, kelime dağarcığım gayet kıt ki tanımlayamadım) adı herneyse bu birşekildekoyulaştırmametodu, isviçre dergilerince de çok kullanılan -bu kullanım sıklığından anladığım kadarıyla çok beğenilen/sevilen bir düzeltme şekli.  hiç sevemiyorum oysa ben.





ve son olarak çok kısasından: pro-islamic, neo-Ottoman... çok çakma kelimeler gibi durmuyor mu?


.

Monday, November 14, 2011

i can see you all




sabah sabah içmeden güne kafası güzek başlamak böyle birşey olsa gerek?

Sunday, November 13, 2011

eni konu deneysel takılıyorum

sıkıntı bastıkça, teslim tarihleri yaklaştıkça ben kendimi mutfağa atar oldum. abuk sabuk icetea aromalarından, mavi-mor ekmekten, pirinç unlu-kırmızı fasulye ve elma püresi ezmeli pastamsı kekimsiden ve daha antin kuntin yemek denemelerinden sonra şu ara kefire sarmış durumdayım. bi lokmalık kefir tanesine yaptığım süt yatırımının da haddi hesabı yoktur sanırım. ilk başta istanbuldan geldiğim gibi yapmayı unuttuğum için canlandırana kadar ve süt-kefir oranını buldurana baya bi çabaladım. bi sütü fazla geliyor ekşi süt oluyor, bir az geliyor yoğurt oluyor, yok yeterli sarıp sarmalamamışım, yok okuldan gelene kadar 16yı bırak 24-30 saati geçmiş.... derken ben bir haftalık blok ders için şehir dışına giderim. gitmeden internetten gayet az yaptığım araştırmama sonucu (ilk çıkan sayfaya inan) bi kaba su koyup kefiri içine atıp buzluğa terkettim sevgili kefirdanesini... döndüğümde de misafirdi şuydu buydu derken danecik bana küsmüştü. tekrar canlansın diye şımartmalar falan derken araya başka bi şey giriyor, düzenli yapmayınca da hemen alınıp küser gibi oluyor bu kefir tanesi. kar tanesi kadar hassasmış meğersem.

böyle işte o da canlı diyip öldürmeye kıyamıyorum. ev hayvanımmış gibi besler oldum, eni konu sütlere bakıyorum markette hmm bu sefer de şu sütü mü denesem diye. hatta ara ara ona ayrı bana ayrı süt aldım -şu alınganlık dönemlerinde- bana ucuzu, ona işte pastörize kaliteli falan.

böyle garip bir ilişkiyle kabullendim yani kendisini, sardunyadan sonra kefir için de dertleniyorum artık eve uğramadığım zamanlarda.


aslında basit kefir yapımı. tavsiye ederim. doğrusunu söylemek gerekirse, tadını pek sevmedim ben. ama işte soğukken içiliyor. internette gördüğüm kadarıyla peynir, krema, ve tereyağımsı şeyler de yapılabiliyor kefirle. çok mantıklı buldum ama bunları istanbulda denerim ancak, malesef ki evimize hijyen konusunda hiç güvenmiyorum.
mesela şu iki adres yardımcı olabilir -kendime de not,istanbula gidince anneyle yapılacaklar-
http://users.sa.chariot.net.au/~dna/kefir_cheese.html

taneler nasıl birşey, kefir denen içecek neye benziyor (ayranın kıvamlısı,ve daha tatlımsısı) yapılışı falan gibi resimler için hatta kefir yapımı için şurası yardımcı olur gibi, ben demin gördüm
http://mygardenismyhappyplace.blogspot.com/2009/08/art-of-kefir-making.html

çok sanat falan değil kefir yapımı. sadece dikkat edilmesi gereken konular var, ve aslında mutfakla-ya da gıdayla (food science)- biraz haşır neşir olanlar tahmin bile edebilirler.


  • metal kesinlikle değmemeli. dolayısyla plastik süzgeç ve mümkünse plastik kaşık falan kullanılmalı.
  • cam kavanoz kullanmak,mümkün mertebe steril/temiz alet edevat kullanmak, ılık bir köşede bekletmek, sarıp sarmalamak, karanlık ortam yaratmak fermente süt ürünlerinin olmazsa olmazı zaten.
  • kefir tanesini mayalama yapmazken su içinde ve dolapta, en fazla iki gün bekletmek (sonrasında aktivitesini zamanla yitiriyor)
  • uzun süre saklama için... emin değilm bir buçuk hafta buzlukta saklanabiliyor denediğim kadarıyla ama, aktivitesi azalıyor. kurutma demişler ama ayakkabılarla dolandığımız şu evde ben öyle bişeyi denemem, bilemiyorum...



galiba bu kadar dikkat edilmesi gerekenler.


kefir nasıl yapılır konusundaysa... bende mesela şu anda sadece bir yumakcık kefir tanesi kaldı, yaklaşık 2x3cm boyutlarında. ancak bir bardak-300ml lik sütü mayalayabiliyor yavrucak. daha fazlası ekşi süt olarak kalıyor. daha fazla kefir daha fazla sütü mayalar, zamanla da çoğalıyor ama ben işte bir türlü büyümesine imkan tanıyamadım düzenli mayalayamamaktan ötürü.
neysei kısaca, ılıttığımız süte 30 C falan (oda sıcaklığı diyorlar ama bence oda sıcaklığından biraz daha ılık olması daha iyi) kefiri atıp kavanozun ağzını kapayıp, sarıp sarmalıyoruz kavanozu. amaç mümkün mertebe ılık tutmak, karanlık ortam) sonra da kalorifer yakınına, ya da güneş alıyorsa pencere önüne (pencere kapalı olmalı ki sarmanın bir mantığı olsun) koyup ortalama 14-16 saat falan bekliyoruz. fazla olsa da olur, bakınca anlarsınız zaten. kıvamı birazcık yoğunlaşmış oluyor.
sonra süzüyoruz, süzgeçte kalan kefirciğimizi suyla bir güzel yıkıyoruz, çok klorlu falansa musluk suyu içme suyuyla yıkamayı öneriyorlar. sonra hemen tekrar mayalamayacaksak su dolu kapta, ağzı kapaı bir şekilde buz dolabında bi iki gün dinlenmeye bırakıyoruz.

böyle bir şey.

kefir şu anda mayalanmada olduğu için resim çekemiyorum, rahatsız oluyor paşam...




ne acayip, hiç gıda ya da yemek gibisinden bir etiket açmamışım. bahsetmemişim demek deneysel çalışmalarımdan.

Thursday, November 10, 2011

wädenswiler...


ne bekleyeceğim ya... aklımdayken yazayım, sonra düzeltirim dedim. unutuyorum sonra. bir sürü notlar halinde bırakılmış yazı var, hiç yazasım da gelmiyor öyle bırakınca. resimler benim rutin güzergahımda çekilmiş resimler dolayısıyla...

ama seviyorum bu waedi'yi... hem böyle bağlar bahçeler var,çiçekler var... sokaklarda meyve ağaçları var! isviçrenin diğer tarafları ya da zürih gibi değil. daha sempatik geliyor bana bu yüzden..
yanlış anlaşılmayayım, alman kısmından bahsediyorum. yoksa tessindeki sebze meyvecilikle yarışamaz.

bunun dışında başka bişey yok :) bir sineması, bir tiyatrosu olan, hatta merkezinde kioskları saymazsak bir marketin olduğu bir yer. ama üniversite var işte, sayesinde üç beş bar tarzı daha doğrusu öğrenci mekanı var, müller var, kısmen kozmetik ürünlerinin ucuz olarak alınabileceği... çarşısı şirin, bi tane cadı levhamsı heykelimsi şeyi var, kış sonu-bahar başında festivali var -faschtnacht-,istasyonun önünde gölün orada kışın buz pateni pisti kurukuyor yazınsa dönme dolap geliyor, kendi birasını üreten Wädi-Brau-Huus var,.. yine de bir şekilde bana sempatik gelen bir yer işte...
tek sinir olduğum konu ise, tüm otobüsleri tren yanaştıktan üç dakkika sonra kalkıyorlar. dolayısısyla olaki hasbelkader tren bir geç kaldı mı, otomatik olarak her hangi bir yere otobüsü de kaçırıyorsun...

canı sıkılmaktan patlama noktasına gelmiş hangi insan evladı hazırlamış şu otobüs durağının kritiğini yapan videoyu bilmiyorum ama otobüsle waedi turu olarak bakarsak videoya şöyle bir yer:



fasnacht denen festivalimsiye göz atmak isteyenler içinse şu linki önerebilirim:
http://www.youtube.com/watch?v=BqKSYqbPGag&feature=related

Wädi! **


bilgisayardaki resimleri düzenlediğim bir ara bahsetmek istiyorum bu ikinci maslak'ım olan wädenswil'den aslında..

ayrıca zug denen şehirden haberimin oluşu da ayrı bir salaklık hikayesidir. şöyle başlarsam zug=tren
-nereye gidiyorsun?
*zug'a
-aaa nereye
*zug (?!) (dedik ya diye düşünüyor muhtemelen)
-tamam da trenle nereye?
* (kopuş) zug şehrine

aradaki lafları atlayıp özet geçince böyle olmuştu burayla tanışıklığım



**wädi, badi, studi.... kısalt kısaltabildiğince

Wednesday, November 9, 2011

depression of the director

winter depression on these sunny days? or am i just psychologically on my limits? -again?


http://fizy.com/#s/1rc3v1
bu şarkı güzel değil de nedir?...

Sunday, November 6, 2011

güneş kokusu

güneş kokusu, bayram dilekleri, karşında kutlayacak biri olmayınca ise bayramın anlamsızlaşması


yine bir pazar,yine sınavım ve sunumum var, ve yine hava güneşli. türkiyede de hangi mevsim olursa olsun pazarları güneşli mi geçiyordu acaba?
hatırlayamıyorum...






"dur, gitme.. bu acelen ne?doyamadım daha güneş kokusuna"...

Friday, November 4, 2011

döner macht schöner

wiki der ki:
"In 2007, 1.45 million resident foreigners (85.4%, or 19.1% of the total population[14]), had European citizenship (Italian: 295,507; German: 224,324; citizens of Serbia and Montenegro: 196,078; Portuguese: 193,299; French: 83,129; Turkish: 75,382; Spanish: 66,519, Macedonian: 60,509; Bosnian: 41,654; Croatian: 38,144; Austrian: 36,155; British: 32,207). ; 109,113 residents were from Asia; 69,010 from the Americas; 66,599 from Africa; and 3,777 from Oceania"


2007 de 75bin türk.. ki o vakitten sonra akın akın yüksek lisans öğrencisi geldi ülkeye, ve ayrıca geçen sene genişletilen eu-ch arası serbest dolaşım çalışım falan fişmanından sonra da gelenler oldu, olacak...


şu an için yaklaşık 8 milyon olan isviçre nüfusunun resmi olarak 1,5 milyonu yabancılardan oluşuyor... korkmakta, bu korkuyla svp ye sığınmakta haklılardır belki bilemedim şimdi..





alles gut, alles andre egal


Patati und Patata, soviel Palaver und ich harder und ich harre und ich starre. 
Abracadabra, bin ich da! 

almanca o kadar kötü, şarkılarsa o kadar sert değil aslında. mesela şunu bir dinleseniz sevmez misiniz? ıslıkl eşlik edilesi, ben ıslık çalamasam da çabalamadan duramıyorum

kleingeldprinzessin , die kleingeldprinzessin und die stadtpiraten ya da dota... artık nasıl geçiyorsa kızımız ve grubunun adı ben sevdim.




Friday, October 28, 2011

hayatımda ne yüce yerin varmış leo


site çökene ya da her sorunu varsa açılmayana kadar farketmemiş idim; meğerse ben leosuz yaşayamıyormuşum. hayır türkçeden almancaya çeviri olmuyor, karşılamıyor anlamını. ya da ben iyi bir türkçe -almanca online sözlük bilmiyorum böyle basit çeviri verenleri ile uğraşıyorum.

neyse bu leo dedikleri almancadan ingilizceye-fransızcaya-italyancaya- rusça ve çinceye çeviri yapan şahane bir sözlük, bir o kadar da süper tercüme yardım forumu. beni ilgilendiren kısmı ise tabiki de alamanca olanıydı dict.leo.org . özellikle isviçre hukuku dersinde hayat kurtarıcı olmuştu, kelimelerin bırak almancasını türkçesini bile bilzmez iken orada yapılan yorumlar biraz da ingilizce tercümenin yönlendirmesiyle olayı anlar olmuştum.

leooo, özledim seni niye açılmıyorsun a kuzum?

Monday, October 24, 2011

deprem bölgesinde tanıdığınız varsa

... veya birine ulaştıysanız şuraya bilgisini girmek faydalı bişey. insanlar çok ne olduğunu şimdilik çözememiş gibi. birinci dereceden yakınlarıma ulaşamamış olunsaydı başlarım internetine guugılına diyip muhtemelen ben soluğu vanda alabilirdim ama şükür ki iyiler.
nedir bu google kişi bulucu dedikleri... mesela bir tanıdığınızı arıyorsanız birisini arıyorum a tıklayıp ismini ve varsa detaylarını girebilirsiniz. birisi birşey duyduysa haber alabilirsiniz.
keza birinden haber aldınız "birisi hakkında bilgiye sahibim"e tıklayıp nereden ne tür bir bilgi edindiniz yazabilirsiniz.



hiç yoktan iyidir. bir şeydir.
depremden zarar görenler, bugün yağmura yarın kara maruz kalacak olanlar "insan" ve türkiye öyle bir konumdaki bu olay onun değil senin başına da gelmiş olabilirdi. o'ndan zerre farkın yok azıcık şanslı olman dışında...

.

insan insan / fazıl say

belki de değiliz insan?







facebook ve internetteki yorumları gördükçe daha da korktum gelecekten




http://yalnizdegilsinvan.wordpress.com/2011/10/23/bagislar-icin-hesap-nolari/ 'ndan: 

AKUT: 2930′a AKUT yazan bir SMS mesaj ile AKUT’a 5TL katkıda bulunabilirsiniz.
KIZILAY: 2868′e boş bir SMS atarak Kizilay’a 5TL bagista bulunabilirsiniz


ve yurt dışından bağış yapmak için :  http://secure.kizilay.org.tr/

ve sadece meraktan.... akut un önemi anlaşılıyor mu acaba? onlar aynı zamanda öncü olmadılar mı diğer kurtarma ekiplerinin oluşturulmasına?
https://twitter.com/#!/AKUT_Dernegi

.

Sunday, October 23, 2011

isviçredeki türk dernekleri

daha doğrusu öğrenci dernekleri... tüm türk dernekleri dedim mi sonsuz bir liste oluşur heralde, bi ton türk var ne de olsa.. şunlular buralılar dernekleri, cemaatçiler, vatanperverler, adaptasyon kolaylaştırıcılar falan filan...
öğrenci işi blog zaten bu, dolayısıyla diğerleri es geçiyorum ve birbirlerinden farkını zerre anlamadığım örnekleri veriyorum


bunun ismini sevdi idim ben , şık bi açılış yapıp (eth da bi kaç politikacı mı birileri çapırp integrasyon üzerine bi etkinlik aklımda kalmış) bi daha da ses çıkmadı sanırım
web:
facebook: https://www.facebook.com/pages/Turquisse/57032379612?sk=wall
amaç filan: (copy/paste)
Turquisse'in ana amaci Isviçrede yetisen genç Türkleri ve onlarin ailelerini egitimdeki seçenekleri üzerine bilgilendirmek ve egitimlerinde destek olmaktir. Bunun yanisira aileleri Isviçredeki finans, saglik ve yasam gibi genel konular üzerine bilgilendirip bu ülkedeki uyumlarini kolaylastirip sorunlara engel olmaktir.
Bu amaçlar seminerler, geziler, workshoplar, bilgi transferi ve özel dersler sayesinde gerçeklestirilmeye çalisilacaktir.
Vizyonumuz gençlerimizin kapasitesinin el verdigi kadar en yüksek hedeflerine kosmalari ve toplumumuzu örnek bir sekilde temsil etmeleridir.
Turquisse gönüllülerin sayesinde gerçeklesitirilen bir projedir.
Turquisse fransizcadan gelen Turquie ve Suisse kelimelerin birlesiminde olusmustur ve ayni anda turkuaz renginin almanca telaffuzudur




bunlar da sanırım bQm de haftalık öğrenci buluşmasını düzenleyenler. artık yemek düzenliyorlar galiba. yani en azından bana bi tek yemek davetleri geliyor, gidemiyorum o ayrı :)
facebook daha faideli sanki web adresinden
https://www.facebook.com/ogrenci.ch




vakti zamanında (1912) kurulmuş sonra ne olmuş ne bitmiş bilinmez (ben bilmem,bilen bilir kim bilir) ve şimdilerde yeniden canlanmış bir dernek. arkasına büyükelçiliğin desteğini almış gibi duruyor böyle uaktan bakınca, öte yandan elçiliğin en azından iki sene öncesine kadar oldukça hızlı artmakta olan öğrenci sayısından olan bitenden pek de haberi yokmuş gibi duruyordu, sanki ağzı laf yapan biri gelse anlatsa adam gibi fikrini şuyu buyu destek alırmış izlenimi vardı bende. neyse kişisel fikri geçeyim bilmiyorum ne de olsa olan biteni ne yapmak istediklerini aktif olanlar bunlar.. umarım dinamiğini de kaybetmezler. yurt dışına gidip paso türklerle takılmak değil ama arada uğrayabileceğin, ya da destek/bilgi alabileceğin bir yer olması, ya da hak aramak adına falan bir yerin olması faydalı.
https://www.facebook.com/groups/turquia1912/
http://turquia1912.org



bi kaç tane daha gözüme çarpmıştı ama tez için yarına bişeyler yetiştirmem lazım. şimdilk yetsin bu üçü

bunların ahricinde, başta bahsettiğim gani gani derneklerin bir kısmına şuradan ulaşılabilir: 

şunun da ismine tav oldum  :)   http://www.staj.ch/  (Schweizerisch-Türkische Anwalts- und Juristenvereinigung/ isviçre türk avukatlar ve hukukçular derneği)

dernekler vs den hevesini almış, umudunu yitirmiş bir insan olarak evet pek ilgili değilim, gözüme çarpıyor sadece. esas üye olmak istediğim ama açık saatlerine bir türlü denk gelemediğim, internetten gördüğüm kadarıyla sağlam kitap arşivi olan zürihteki şu kütüphane var: 

üye olmayı başarabilirsem ileride yorum yaparım ...

kütüphaneleri sevin&sevdirin grubu adına :)

Thursday, October 20, 2011

demirhan baylan





çıktı mı? çıkacak mı?

asri gurbet




her yerdeyiz, o kadar çokuz ki çoğu zaman ilginç projelerin/işlerin içinden çıkınca şaşırmıyorum artık..

ama yok, bu o konuda bir kritik değil. neydi o komedyenin adı diye aranırken yine youtubeda rasladığım bir video. almanyada doğup büyümüş yaşamış ünlü olmuş bülent ceylan kaya yanar gibi isimler isviçrede bile stadyum doldurabiliyorsa sevsen de sevmesen de başarısını kabul etmeli, di mi? geçen hafta gayet ciddi geçmekte olan bir leadership dersinde kaya yanarın videosunun hem ortamı şenlendirmek hem de kültür farklılığını teoriyi açklamak için izletilmesi, dersteki 65-70 kişinin de videoyu izlerken kopması bence o kişinin işi çözdüğünü gösterir.

ha bu üstteki videodaki çoğu kişiyi tanımıyorum, bu da benim cahilliğim olsun





oy beni beni, belalı beni
gencecik yaşımda,yandırdı beni

Wednesday, October 19, 2011

6 billion Others

Leaving one's country...




şükrediyorum bu durumda olmadığıma, şikayetçi de olsam sonuçta sığınbileceğim yerin hatta koşa koşa gittiğim yerlerin büyüdüğüm yerler olmasına...

what did you say?...are you ahead of time?




soğuk ve karanlık havanın yaratıcılık üzerine etkileri incelenmiş mi acaba?

son günleri özetleyen bir şarkı ve klip benim açımdan..
kış, yağmur, %99 kızgınlık, ve niceleri...




i'm as mad as hell and i'm not going to take this anymore

bunun kurgu olduğunu biliyorum ama yine de içimde bir "akşamları ışık açıp kapama falan gibi sessiz eylemcikler yerine ses çıkarsa idik bir işe yarar mıydı" pişmanlığı...

"devletten beklemek"... "birinden bir şey yapmasını beklemek" gibi boşuna bekleyişlerden. anlamıyoruz ne yazık ki.
beklemek... sen vazgeçene kadar veya karşı taraf bir harekette bulunana kadar süren bir davranış, bir çözümsüzlük hali.
niye sorunlarının çözümünü devletten bekliyorsun, devlet dediğin bir çoğu kendi derdine düşmüş kişilerden oluşmuyor mu?ya da sıfatları alınınca senden benden farkı kalmayan kişilerden? her zaman desteklemesem de protesto edene sempatim var susup beklemek yerine dikkati çekmeye çalıştıkları için en azından.

ha böyle diyorum ama ben de sessiz sürüdenim aslında, aralarında belki tek farkım bir bekleyişim yok.



****
20 ekim...
yeni post açmaya gerek yok.gözüme çarpmışken eklemek istedim. bizde hayvani vergi artışı üstüne denk gelen terör saldırıları, onlarda da batmak üzere olan ülkenin faturayı halktan çıkarmaya çalışma çabası ve akabinde gelen geniş katılımlı 48 saatlik grev...
yunanlılarla biriz çok benziyoruz deriz, gerek oradayken denk geldiğim eylemlerin gerçekleşme şekli, gerek isviçredeki yunanlıların orada birşey yanlış gittiğinde burada tepki verebilmeleri olsun...gördüğüm kadarıyla farklıyız.
yürüyorlar, karşı çıkıyorlar, belki arada taşkınlık oluyor belki tamamen haklı değiller ama insan olduklarını da göstermeye çalışıyorlar
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2011/10/111019_athens_greecestrike.shtml


bizde de yavaş yavaş değişiyor sanki? basına yansımıyor o ayrı...

Tuesday, October 18, 2011

"will take you with me to those places"




öyle bir amacı olsun istemiştim blogun.. kısmet değilmiş diyip kaderci yaklaşıma sığınmak istiyorum izninizle


.

en azından gördüklerimin hayatımda bıraktıkları uçup gitmeyecek.. unutkan insana yazmanın katkıları, di mi kuzum?

Monday, October 17, 2011

bugün...

..daha farklı geçebilirdi, daha farklı sözler söylenebilirdi, ama o nokta geçildi bir kere ve elde kalanlar aslında formalite ne yazık ki.
gerçekten yazık...







*resim bir yerlerden kaydedilmiş, kim bilir nereden

buraları...


bazen cennet, bazen bataklık...

mesela okulun arkasındaki şu gölet... bazen böyle huzur saçıyor etrafına, bazen ise yanından geçerken kapıverecekmiş hissi bürüyor insanı..isviçre gibi.

insanların kararları anılarla paralel di mi? o kadar çabaya rağmen sağ taraf hala -az da olsa- ağır çekiyor burada... ve ilginç olan diğer bir konu da, insana kendini sorgulatıyor burası.. özellikle bu ara üst üste denk geldi, çoğu insanın kendine güveni gitti, kendini sorgular oldular -olduk- nerede hata yapıldı diye.

hata mı yapıyoruz gerçekten hayatı yaşarken yoksa onların hayatı yaşayışları mı yanlış olan?

yapılan çoğu harekette olduğu gibi, bunun da cevabı sonra, -di li geçmiş zaman olarak gelecek..

Monday, October 3, 2011

surströmming

bu arkadaşın yanına belli mesafeden fazla yaklaşamadığım için bir fotoğrafı yok elimde, o yüzden böyle google resimleri. olur da siz de bir gün kendisine raslarsanız kaçın derim. üretim amacının ne olduğunu tam çözemesem de muhtemel bir işkence yöntemi, eşek şakası, ya da cesaret&mide gösterisi dışında başka bir olası kullanımı benim aklıma gelmiyor..
tamam nimetle oyun olmaz falan ama kesin isveçliler ilkokul sıralarında osuruk bombası değil bu surströmming i kullanıyorlardı.. konserveyi herhangi bir mesafeden açman yeterli, anında öğrenciler imha olur heralde...




hayır böyle ölü balık gibi görünümle tipten de kazanmıyor olsa.. çürümüş ringa balığı ya da ekşimiş tırsi... her türlü çevirisi ürünü sempatik yapmıyor malesef ki...




karşılaşma anında olası en uzak köşeye kaçın özetle,ya da mesela herkesi masa etrafına toplayıp, bunu açıp, sonuna kadar bu kokuya dayanana hatta üstüne balığı da yerse doktora götürün, normal bi insan değildir.


.

Wednesday, September 28, 2011

thoughts


çok tanıdık bie metin, hangi kitabıydı hangi kitabıydı diye düşünüyorum bulamıyorum, çok düşünmüyorum zira kaptırıp gidiyorum başka başka olaylara sonra... 
aklımdan geçenler olsun bunun da konusu..

Tuesday, September 27, 2011

bu samimiyet bünyeye zarar

olmuyor olmuyor.... teyze/amca /hocam/ abi/abla/dayı vs vs kültüründen çıkma bi insan gidip de 60 yaşındaki prof a adıyla seslenemiyor. ulen amerikalılar, samimiyet ve gereksiz kibarlıktanöldümcülük şahane de adapte olamıyorum, yetmiş yaşındaki kadına hey joy naber la diyemiyorum, soyadıyla resmiyet katmayalım tamam ama içim bükülüyor a joy, annaneme bile adıyla seslenmiyorum ben sen de aynı yaştasın kankammışcasına davranamamı beklemezsin di mi, biliyorsun bizim kültürü

bir de bunun daha streslisini okulda yaşıyorum. almancada da türkçedeki gibi sen-siz ayrımı var, hocaların yarısı sen/du hitabını tercih ederken kimisi de s,z/Sie de takılı kalıyor. ben de unutup bir gün sen diğer gün siz, üç dakka sonra tekrar sen sonraki cümlede de siz diye seslenebiliyorum... halbusi bi standart tuttursak, unutuyorum işte ben kime du kime Sie diye seslenmem gerektiğini. kendisine sen diye hitab edilecek insanlar listesi mi tutucam ya , çok yorucu.

başedemiyorum isviçre senle sempatik olmaya çalışsan bile

Thursday, September 22, 2011

brings back the memories


ben de bir zamanlar böylesine emin olabiliyordum gelen arabanın babamın olduğuna. kimi zaman sadece motorun sesinden, kimi zaman park ediş şeklinden, bazen de çalan müzikten ki belirgin ya da tipik birşey dinlemez babam.
bu böyleydi, bir kaç yıl öncesine kadar... artık zerre fikrim yok
usagi drop u izlerken aklıma geldi işte yine bu sekmez şaşmaz tahminlerim.

dedikleri kadar var, çok şeker çok yalın ve başarılı anlatılmış bir anime bu usagi drop



yanlız benim yaptığım gibi mangasına dönmeyin, hatta mal gibi gidip son bölümünü hiç hiç okumayın. animesini izleyin güzel güzel bir son verin o masala. 

sinirliyim kendime, ne vardı gidip hele de son bölümü okuyacak...

ah o plan programlılık

kırk yılın başı red hot chili peppers ve ben aynı şehirde olacağız lakin aralık ortasında stadta olacak konserin biletleri henüz eylül ayından tükenmiş. archiveda da aynı olup duruyor, sinir oluyorum
kuzum nasıl bu kadar planlısınız, hadi bu 3 ay öncesi bir de marttan aralıktaki etkinliğin biletlerini satışa çıkarmaları var ki hiiiiiç mi hiç anlayamıyorum. yok ki literatürlerinde kim öle kim kala diye bi laf

Wednesday, September 21, 2011

sometimes...

sometimes, i just want my mom
sometimes i just want that spiders do not exist
sometime i just want that my life goes as i plan
sometimes i really want to move out, at another time i just want to kick my flatmates out
and sometimes i just simply feel like writing in english though it doesnt bring anything




and and...
the difficulty of the question "should i stay or should i go now", or in more details "should i stay or should i go further away?"



once you are out, there is no border anyway.
or?



.
ööeeeh be zürih belediyesi yeryolişleri müdürlüğü.... bıktım sizin haftaiçi gecenin onikisinden sonra kapımın önünü değil kazma delme oyma vs en gürültülü işleri yaptırma merakınızdan. ne bitmez üç metreymiş yaz bitti şu üç metrelik kazı bitmedi.

a kuzum zürih idari işleri, yeri geldiğinde akşam ondan sonra sifon çekmeyi yasaklıyorsunuz da ,hatta gece ondan sonra ses limitini aşarsam polisiniz kapımda bitebiliyor da gece on ikiden sonra kazma delme sevdanızı nasıl açıklıyorsunuz? ey ota boka polisi arayan zürih halkı, isyan etsenize lan, ben bıktım bu oyma sesinden...


aradım taradım geceki yol çalışmalarına dair bir resim yok googleda, gece yolda insan yok zaten... nedir benle zorun, niye bi benim penceremin kapımın önünü neredeyse 4 aydır geceleri kazasın geliyor anlayamıyorum, anlamak istiyorum...
içim-kafam-beynim gerildi

Sunday, September 18, 2011

güz...

Güz, Ağustos ortasında da gelmeye karar verebilir – bir-iki Martı da, itiraz
edebilir, buna.
Oruç Aruoba


zürih için çok geçerli bir durum ...  gözüme çarpmışken diyim dedim... ayrıca penceremden yakaladığım bulutları seviyorum....

Friday, September 16, 2011

barfussbar




hayır bar füssli değil, karıştırmayalım ne yerinin ne de konseptinin bir alakası var bu barfuss bar ın.
yaşlandığımın kanıtı çekimimle şöyle

usta çekimlerle ise böyle gözüken bir yer:



yaz bitti de gidemeyeceğim diye üzüldüğüm yerlerin başında geliyor burası. ilk resim ve isimden de anlaşılacağı gibi ayakkabını falan çıkarıp yalın ayak takılıyor insanlar ortamda. ister ayaklarını suya havuza sal ister nehire sal ister tahtalara serin serin bas... ayaklara özgürlük diyeni severim :P fiyatları illaki ucuz değil,yazın kötü havada kapatılıyor, zırtı pırtı birisi özel etkinlik için kiralamış oluyor gibi sinir olduğum yanları da var, ama zürihe yazın gelinmişse uğranması gereken yerlerden biri bence. şahane manzara, şahana iç mekan, suda ayaklar :)

nereden bahsettiğimi resimlerden çıkaramadıysanız şurdan sitesine alalım sizi




********
bu yazıyı bitirmemle şimşeklerin balkızların çakırdaması bir oldu... ve on dakika sonrasında çılgın rüzgar bulutların tıpasını uçurarak göğün boşalmasına sebep oldu, tam o arada arkadaş facebooktan şunu paylaştı bense pek beğendi...


nope.. 
i am not.
really...


?
.



.



itiraf ediyorum: zürihte geçirdiğim şu çılgın yağmurlu gecelerden sonra karanlıktan fırtınadan falan korkmayan ben ürperir oldum artık içimi titreten, gözümü alan şimşek çakmalarından

yaz bit.tii

"yaz bittiii... elimden sanki minik bir balık kayıp gitti.. yaz bitti. içimden sanki bir şeyler kopup gitti
kalır bir çiçekte, bir defter arasında, bir tırnak yarasında, bir dolmuş sırasında, kalır bir odada, bir yastık oyasında, bir mum ışığında, bir yer yatağında...."



tüm gün insan bu şekilde yaz bittiiiiiii... yaaaz hiç biteeer mi şeklinde söylenebilir mi. allahım ya eni konu şarkıyı da arandım o zaman farkettim ki aşk hiç biter mi diyormuş. oysa ki ben yaza veda modumdayım ve üstte yazdıklarım  benim için yazla özdeş şeyler. kitap arasından çıkan çiçek, domatesin meyve vermeyen çiçeği, defter arasındaki kumlar, kardeşe sarılma girişimlerine karşı alınan tırnak çizikleri, taksim dolmuşu, annane yastığı, yer yatağı... hayatıma birinş sokmam gerektiğine mi bi işaret acep bu :P


neyse... sonbahar geldi buralara, akşamları artık ceketle şalla bile üşünüyor

.

Wednesday, September 14, 2011

kalbim egede kaldı


sırf istanbulda bir yakadan diğerine koşturmak, öğlen şileye yüzmeye gitmek akşamına taksimde arkadaşlarla buluşmak veya sabah üsküdarda eski ev arkadaşlarıyla kahvaltı yapıp onları biraz etrafı gezdirdikten sonra anadolu yakasında sahilde bisikletle turlayıp apar topar bir duşun akabinde soluğu galata köprüsünde almak değil, bir şehirden diğerine koşturma otobüs yakalama,akşamları rakı balık et salata şeklinde geçen bir tatilden sonra isviçre ne kadar sıkıcı geliyor insana yaarebbim, aman efendim... anında özledim canım efendim

burdan devam ediniz siz


.

Wednesday, August 31, 2011

about to depart...


bavulu uçuştan bir kaç saat önceye bırakmamayı öğrenmeliyim, hele de amaç fazla eşyaları taşımaksa... ah be pegasus niye 30dan 20ye indirdin ki bagaj hakkını.dolduruyorum boşaltıyorum bir öğrencinin onca kitap ders notu vs ile 20 kiloya sığmasının imkanı yok

Monday, August 29, 2011

piggy

yine bir deadline öncesi ve tatil arifesi sıkışıklığında kafamdan onyüzbin milyon tane şey aynı anda geçerken ben sanırım sadece bloga bişeyler giriktiriyorum...
böyle, bencilliğinden dolayı aşk acısı çeken bir domuzcuk vardı. mangamsı çizgiromanımsı bişeydi. neydi adı ya da kimindi desem yine bana kimse cevap vermez heralde?



.

haha çok eğlendim




ilahi koreliler, delisiniz cümleten

.





ekleme: şöyle de bir röpörtajları varmış ingilizce alt yazılı:



çok eğlenilir sanki bunların konserinde?
.

isviçreden geçerken

(daha önce de paylaşmıştım bunu..)



geçiyor isviçre camdan

güneşli bir akvaryumdan

geçen bir balık gibi,

çok renkli bir balık.


bakıyorum vagonumdan
kederli
alaycı
öfkeli biraz da alık
bakıyorum vagonumdan
not alıyorum
isviçre üstüne doğru yanlış bildiklerimi
gördüklerime katarak
hava ne soğuk, ne sıcak,
burda her şey böyle galiba, gülüm
ne soğuk, ne sıcak,
ne serin, ne ılık
ayarlı bir saat
markası ünlü bir kol saati…
isviçre oyuncak bir memleket
dev dağlarla karışık.
dev dağlar gülüm,
çocukluğumun dağları
tobler çikolatasının.
uzaklardan gelen sütlü bir tat ağzımda
ve çocukluğumu hatırlamanın kederi
düğümlendi boğazımda.

ve işte göller, gülüm,
turist dergilerinin kapak gölleri,
kaymak kağıt üstüne pırıl pırıl,
telleri, duvakları, yalçın yamaçlarıyla,
şaşırıyorsun baskının güzelliğine.
isviçre, bir yandan da, gülüm,
benziyor yastık yüzüne,
çivitli, ütülü, danteleli,
yeni de geçirilimiş
yani bir insan başının ağırlığı
çukurlaştırıp kırıştırmamış henüz.
isviçreyi, bilirsin, gülüm,
dilsiz kasası, derler,
bir yerlerden, bir şeylerden kaçırılan paraların.
bir de gülüm,
casuslarla boz inekler işi var.
sere serpe gelişmiş inekler casuslar,
isviçre tarafszlık cennetine girdi gireli.
casuslar boy boy
ve çeşitli milletlerden olmalı
ama hepsi bir boy boz ineklerin
hepsi isviçreli

fransaya yaklaşıyoruz .
karşımda bir kız
polis romanı okuyor.
güneş, pembe derisini hafifçe soymuş,
at kuyruğu saçları yapağıdan,
gözlerinde tatlı tatlı gökyüzü,
wilhelm tell elmayı yanaklarına koymuş
bakıyorum isviçreye vagonumdan,
şehirleri cansıkıcı olmalı
belki sanatoryomları eğlencelidir.
yaşamak ister miydim
şu gördüğüm yerlerde
şu saygıdeğer adamların arasında
doksanımdan sonra belki…

niye böyle şeyler yazdım isviçre için?
belki kıskandığımdan
kanlı çölün ortasındaki küçük bahçeyi

çiçekleri küçük bahçenin,
çiçekleri biraz da,
çölde akan kanımızla sulanmadı mı?
sulanmıyor mu?

ve rahat, karlı gecelerinde isviçrenin
yıldızları biraz da
göz yaşlarımızla yıkanıp yanmıyor mu?
girdik fransaya, gülüm,
değişti evler, hava, adamlar.
işte kıvır kıvır
körpe kıvırcık salata gibi,
yıkanmamış, hatta çamurlu,
fransa toprağında bahar…

mayıs 1958

nazım hikmet



buradaki her tren yolculuğunda aklıma gelir...

ve bu aşağıdakinden daha iyi uyan başka birşarkı olabilir mi bu şiire bilmiyorum...