Wednesday, December 26, 2012

vitali hakko

"Ben resim yapamam. Beste yapamam. Şiir yazamam. Ama, insanlara renklerle, desenlerle ortaya koyacağım ve onları mutlu kılacağına inandığım bir eşarp, bir kravat, bir giysi seçip, onu gerçekleştirebilirim. Güzel sözlerle onların gönlünü alabilir, mutlu anlar yaşatabilirim. Biz eskiler bunları, gençlere anlatmakta güçlük çekeriz. Onlara anlamakta güçlük çekerler. Bana çevremdeki gençler, oğlum dahil, sık sık, “devir değişiyor” derler. Haklıdırlar. Ne var ki, devir ilk defa değişmiyor. Ben hayatım boyunca, bu devir denen şeyin birçok defa değiştiğini gördüm. Ama ağaçlar, çiçekler, kuşlar, kelebekler değişmiyor. Güzelliğin biçimi değişiyor olabilir, ama özü değişmiyor.

Hayatta öğrendiğim gerçeklerden biridir: Sizinle ilgili iyi bir şey söylense, bu doğru da olsa, buna pek az kimse inanır. Ama söylenen kötü bir şeyse hemen herkes inanır. Yalan ne kadar büyükse inananı o kadar çok olurmuş"

http://fotoanaliz.hurriyet.com.tr/galeridetay.aspx?cid=8172&rid=4369&p=8  



sevdim.
saygı duydum.

Monday, December 24, 2012

recitethis

çok eğlenceli bir o kadar da pratik bir site imiş. elzem bişey mi tartışılır o ayrı
http://www.recitethis.com/





"Home is where one starts from"

bazen,
başka bir şey demeye gerek kalmıyor.




kutlanıyorsa mutlu noeller, kutlanmıyorsa hadi bana hoşgeldinler...





"o değil de" ... şuna da katılmadan geçilebilr mi:...

"Home is people. Not a place.
If you go back there after the people are gone,
then all you can see is what is not there any more."

başlık ve robin hobb un bu lafı steve mccurry'den..


Thursday, December 20, 2012

yine de şaşırtıyorsun beni isviçre




bunlar imiş eurovision 2013e seçilenler.

tekrarlı basit falan bi melodisi olduğundan tutar gibi belki ama beni şaşırtan bu değil de grubun baya açıktan açıktan hristiyan propagandalı olması ve amcam helal olsun sana da

diğer şaşmalara doyamadığım konu ise reklamlarda bazen aşırı derece direkt olmaları. bazı örneklerini vermiştir (bu ve bu gibi). demek istediklerini löp diye sunuyorlar yani, hiç öyle imalar lafı dolandırmalar veya alınırlar mı endişesi olmadan. sbb nin bir reklamını ararken (şu yukarıdaki 94 yaşındaki Emil amcamın sayfada yanlız kalmasına gönlüm el vermediydi) bambaşka şeylere rasladım google sağolsun.

biri isviçre MS grubunun reklamı, galiba 2006-2007 yıllarında yayınlanmış


veya HIV karşıtı bir reklam ki devamı burada, geçmiş yıllara gittikçe ilginçleşiyor resimdekiler 







şu posteri ise ben tramvayda görmeye bıkmıştım da onlar asmaya bıkmadıydı




öyle yani. tutucu geçinen bir ülkede gayet göze sokulan çalışmalar yapılabiliyor imiş. ya da anlamaları için göze mi sokmak gerekiyor?...

neden "fair trade"?

böyle de boktan bi dünya... çalışanlarına insan gibi davransınlar diye,yani zaten yapıyor olmaları gereken bir şey için, ekstra para veriyoruz şirketlere.  bu belgeselde de olay sadece yasak olmasına rağmen çocuk işçi çalıştırmak değil, çocukları kaçırıp zorla hatta üstüne para vermeden kölelik sistemini oracıkta kurmuş olmaları






bu arada pekbaşarılı bir belgesel diyemem bunun için.yani bence... ama böyle bir gerçek var. ve buna rağmen ben -birçoğumuz gibi- nestleye girebilsem diye hayaller kuruyorum. başa dönmek gibi olacak ama böyle de boktan bi dünya
(tek kişiliksiz tipin ben olduğumu hiç sanmıyorum zira)

Monday, December 17, 2012

adam gibi adam



çok eğlenceli istanbul, türkiye ve daha niceleri üzerine çizimler var ama burada: http://www.razblint.com

eat to defeat (cancer)

bahsetmezsem eğer unuturmuşum gibi, unutulurmuş gibi.. konusu gezi olmasa da "gıda"dan ömrüm billah bahsedeceğim için gayet de bloga dahil bir durum gibi

aslında benim pek diyeceğim birşey yok, adamımız Dr William Li demiş Ted'de yaptığı konuşmada. Anjiogenez (yeni damar oluşumu) kontrol altına alınarak-engellenerek kanserin gelişimi engelleniyor hatta erken davranılırsa oluşumu bile engellebilmesi söz konusu. bu "erken davranma" safhasını incelediğindeyse doktor Li, buluyor ki genetik faktörler göz önüne alınmazsa, insanların yediklerinin önemli bir etkisi var kanser oluşumunda. buradan yola çıkarak da "eat to defeat (cancer)" ((kanseri) yenmek için ye) mottosu gelişiyor: http://www.eattodefeatcancer.org








bu sitede en özet kısım evidence sekmesi. yapılan araştırmaları gayet güzel sıralamışlar (neleri yersek kansere yol açan hücre oluşumu riski azalır)

ki aynı sayfadan benim şaşırdığım, zamanında onca tavuğu boşuna heba ettiğimizi gösteren bir bilgi:
Kimchi, the Korean fermented cabbage dish, suppresses H5N1 avian influenza (bird flu) according to scientists at Seoul National University who successfully treated infected chickens with kimchi. Korea's claim of being SARS-free is also often attributed to its population's ingestion of kimchi.

kısaca, kimchi (kore usulü baharatlı lahana turşusu) ile kuş gribine yakalanan tavukları tedavi etmişler -boşuna katliam yaptık-

sadece listelenen bu gıdaların faydalı olduğunu göstermiyor yalnız site, muhtemelen o araştırma grubu belli gıda grupları üzerine yoğunlaşıp, listeledikleri bu gıdaların kanseri önlemede yüksek potansiyelinin bulunduğu anlamına geliyordur. tamamen incelemedim ve kanser de benim uzmanlık alanım değil ama eğitim boyunca bi ton kanser ve x gidası şeklinde makaleye rasgeldiğimdne  böyle bi ekleme yapma hakkı gördüm kendimde. zira bazı insanların sadece önlerine sunulan listeye inanıp geri kalan şeyleri hayatından çıkarma potansiyeli var. yapmayın etmeyin
(ve fakat genel kural: faydasını görmek istiyorsan çok pişirme!)


aklıma gelmişken videoda verilen çay örneği oldukça ilginçti. -benim için- mesela, gıdaların raf ömrünü uzatma konusunda çok bilinen bir uygulama belli faktörlerin beraber uygulanıp etkinin tek başlarına olandan daha da arttırılmasıdır. çay üzerine yaptıkları araştırmada da , ayrı ayrı çay türlerinden kanseri önleme olasılığı en yüksek olanın earl grey olduğunu bulmuşlar. ama tek başına içildiğinde önleyici etkisi az gözüken iki çay (unuttum şimdi adlarını) karıştırıldığında koruyucu etkinin earl greyden daha fazla olduğu bulunmuş. araştırma süreleri biraz uzun malesef ki bu konuların, ama sanki bu tür kombinasyonlarla daha sağlıklı nesillere ulaşılabilinir.
(ya da ürkütücü olan, bunun tersinin de muhtemelen etkili olması; kola zararlı cips zararlı, cips-kola kilit piiiüüüvv gibi...)






anjiogenez inhitbitörleriyle kanser tedavisinin bu kadar yaygınlaştığını ve kesin sonuçlar verebildiğini bilmiyordum ben. google aramada çıkan ilk site olan şurada güzelce toparlamışlar sanki konuyu 
http://kanhastaliklari.net/icerik.php?id=309&alt_id=312

soru cevağp şeklinde giden biraz uzun bir yazı, mesela ilk dört başlık (soru/cevap) şu şekilde:

Angiogenez İnhibibitör Tedavisi


Tümörlere kan desteğini azaltmak için yapılan tedavilerin genel özeti

1.Anjiogenez nedir?
Anjiogenez yeni kan damarlarının oluşumu demektir. Anjiogenez vücutta üretilen belli kimyasallar tarafından kontrol edilen bir süreçtir. Bu kimyasalların bazıları hücreleri zarar görmüş kan damarlarını onarmak veya yenilerini oluşturmak için uyarır. Anjiogenez inhibitörleri denen diğerleri ise bu sürecin durdurulmasını işaret eder.
2.Kanserde anjiogenez niçin önemlidir?

Anjiogenez kanserin büyümesinde ve yayılmasında önemli bir rol oynar. Yeni kan damarları kanser hücrelerini oksijen ve besin maddeleriyle “besler” ve böylece bu hücrelerin büyümesine, yakınlardaki dokulara saldırmasına, vücudun diğer bölümlerine yayılarak yeni kanser kolonileri kurmasına olanak sağlar.
3.Anjiogenez tümörlerde nasıl durdurulabilir?

Tümörler yeni kan damarları olmaksızın büyüyüp yayılamayacakları için, bilim adamları anjiogenezi duruduracak yöntemler bulmaya çalışmaktadır. Bilim adamları aynı zamanda antinjiogenetik ajanlar adı verilen doğal ve yapay anjiogenez inhibitörleri üzerine çalışmakta ve bu kimyasalların yeni kan damarlarının oluşumunu önleyerek kanserin büyümesini yavaşlatıp engelleyebileceklerini ummaktadırlar.

4.Günümüzde herhangi bir anjiogenez inhibitörü insanlardaki kanserin tedavisinde kullanılmakta mıdır?

Evet. ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), bevacizumab (Avastin®) adlı ilacı vücudun diğer bölgelerine sıçramış olan kolorektal kanserlerin (bağırsak ve rektum kanserleri), bazı non-small cell akciğer kanserlerinin (küçük hücreli olmayan akciğer kanserleri) ve vücudun başka bölgelerine yayılmış olan bazı meme kanserlerinin tedavisinde diğer ilaçlarla birlikte kullanımını onaylamıştır. Bevacizumab tümörün büyümesini geciktirdiği ve daha da önemlisi, hastaların yaşamını uzattığı kanıtlanmış olan ilk anjiogenez inhibitörüdür.

FDA ayrıca anti anjiogenik etkinliği olan diğer ilaçları da multipl myelom, mantlehücreli lenfoma, gastroentestinal stromal tümörler (GIST) ve böbrek kanserinde tedavi için kullanımını onaylamıştır.

Araştırmacılar ayrıca bu ilaçların diğer kanserlerin tedavisi için de incelemektedirler (bkz. Soru 8).

Sunday, December 16, 2012

planlar mı?...

planını başkasına söylemeyeceksin gerçekleşmez şeklinde batıl bi inanç geliştirdiğimi sanıp kendime kızmaya başlıyordum ki meğersem doğruymuş, sadece batıllıkla ya da başkalarıyla alakası olmayıp kendi kendinin kuyusunu tıkıyormuş kişi


otizm ve spor

türkiyedeki sportizm ve isveç'de geçen kısa bir belgesel, sporun otistik çocuklarda kıs sürede gelişme sağlayabileceğini gösteren..



Autism - Alex's improvement with sports training from Didar Arslan on Vimeo.

Tuesday, December 4, 2012

herkes

aa gece gece sevindim, aslında gayet de nedensizce.
şarkıdan bağımsız adamından mütevellit






iki gündür bilgisayar başından kalkmadım işi yetiştiricem diye, neyse, bir iki gün devam etkisi olarak temizlemek istiyorum dinlediğim şarkılardaki tüm ck, aı gibi boğadan/tükürükten çıkan sesleri, açık e leri, uzun z leri,patlayan sesleri...  

ya facebookta grazdaki krampus geçidini gördüm, çok pısırık kalıyor bunların yanında schmutzli ler. o değil de, sami claus beni de unutmasan bu 6 aralıkta?

Saturday, December 1, 2012

best countries to be born in...

tabi ki de isviçre! imiş economist'e göre http://www.economist.com/news/21566430-where-be-born-2013-lottery-life

2013te isviçrede doğacak çocuklar 2030da her şeyin en bi iyisine (en yüksek kazanç, refah, uzun ömür vs vs...) sahip olacaklarmış, ve doğmak için en iyi ülke seçilmiş.
1988de yapılan aynı araştırmaya göre bir de yawn index(hayatın sıkıcılık derecesi) eklemişler,ve isviçre bu konuda anca iki puan almış, 1in en kötüsü olduğunu belirtmeme bilmem gerek var mı... ve bilemiyorum bu konuda çok değişti mi

türkiye 51., nijerya 80., yunanistan 34. sırada mesela örnek vermek gerekirse.



offff, içip içip vandalizm aşkına gelen isviçreli ergenleri hiç çekemiyorum gecenin birinde. normal hayatlarında yapamadıkları gürültünün alasını şu vakitte kafam güzel kisvesi altında anırarak önlerine gelen tüm bisikletleri parçalayıp eğip büküp olmadı köprüden atmak, yok direğe bağlı ise direğin tepesine çıkarmak gibi zevkleri var şaşozların. ve evin önünde göremediğim bir noktada kuduruyorlar yarım saattir.

Sunday, November 25, 2012

Thursday, November 22, 2012

gidersen..

veda şarkısı olduğunu belli ediyor müziği ama böyle "sen gidersen kim bana sarılacak günün sonunda dinleyecek" gibi olduğunu düşünmemiştim kaç gündür dinlediğim şarkılar arasında olan bu idan raichel project şarkısının.


Wednesday, November 21, 2012

Erleichterte Zulassung von Drittstaatsangehörigen mit Schweizer Hochschulabschluss

hiç sanmıyorum burayı okuyanların isviçrede öüreni falan olduğunu ama ola ki lazım oldu, aranınca bulunmuyor nedense dökümanlar...


isviçrede bir yüksek okuldan mezun olan non-eu ülkelerinden gelenlere 6 aya kadar ülke içinde "Erwerbstätigkeit" arama izni, detayları burda ve burada


Thursday, November 15, 2012

i know

tam yabancılara dinletmelik, izletmelik değil de nedir..






jugglingi seviyorum diye itirafımı da sıkıştırayım. okulda kursu varmış meğerse, bu kadar geç haberdar olmasaydım...







zahir




gece gece, eskide takılı bulmak bi' anda kendini..






That is why it is so important to let certain things go. To release them. To cut loose. People need to understand that no one is playing with marked cards; sometimes we win and sometimes we lose. Don't expect to get anything back, don't expect recognition for your efforts, don't expect your genius to be discovered or your love to be understood. Complete the circle. Not out of pride, inability or arrogance, but simply because whatever it is no longer fits in your life. Close the door, change the record, clean the house, get rid of the dust. Stop being who you were and become who you are.”
(draft'ta kalmış alıntılardan)

Monday, November 12, 2012

atlı karınca


"sonunda şehre vardım gökyüzüne fişekler atıyorlardı
bir kalabalık vardı sarıydı utanmazdı geçkindi
böylesi daha yakışıyor bildiklerime
gün doğsun bir arınayım istiyorum
güneş tozlu caddeler kaygılarım beni bir arıtsın istiyorum
işte tam böyle istiyorum."
t.u


Sunday, November 11, 2012

isviçrede çalışmak...

haberler diyordum, di mi..

(devamı: http://www.swissinfo.ch/eng/swiss_news/Qualified_immigrants_face_job_discrimination.html?cid=33918926)



Qualified immigrants face job discrimination

Highly qualified workers from other countries, especially Turkey, southeast Europe and Portugal, often face workplace discrimination in Switzerland, says a study from the Federal Commission Against Racism (FCR).


Even those who earned degrees in Switzerland face job setbacks, the study concluded. It shows that highly qualified immigrant workers have an especially hard time finding good work at social institutions, non-profits and non-governmental organisations (NGOs), where they tend to work in positions for which they are overqualified.

On the other hand, multinational companies are the best at integrating workers. Highly qualified foreign workers in Switzerland feel especially comfortable working for such enterprises.


 

Tuesday, November 6, 2012

sabah sabah

sevgili iş bulma ajansları,

ne demeye sabahın sekizinde ararsınız çok merak ediyorum. ne öğrenci ne de işssiz adam sabahın 8inde kalkmış olmaz,ha uyansa da açılmamış olur, afyonu patlamamış olur, ne dersen artık... ve arayıp bu insandan iyi bir mülakat bekliyorsun ya, hayata bakışımı sarsıyorsun.


allahım, düzgün anılarım da olacak mı benim?

Sunday, November 4, 2012

Friday, November 2, 2012

çaç ça çay

nasıl da gitmek istedim...



asıl nedeni kafada türlü türlü fikirlerin dönmesi, benim o fikirleri geçekleştirme imkanım olana kadar çok geç olacak olması da ayrı bir tat tabi...

Thursday, November 1, 2012

güç?

güçlü kadın hikayesi hep yalandı. hiçbir kız çocuğu güçlü kadın olmak için doğmaz. hepsi masum hayaller kuran, şımarık birer prensese benzerler. kaderdir onları cadı, fettan ya da güçlü kadın yapan. tutulmamış sözler, yarım kalmış kaderler, yaşanmamış mutluluklar, ölümler, ayrılıklar güç verirmiş insana. kurulan hayaller iskambil kağıtlarından kule gibi yıkıldığında, ezilmemek için o enkazın altında, güç veriyor allah insana.annem güçlü kadındı. ben o güce hayrandım.

hiç öyle olamam zannediyordum, ama maalesef oldum.bir gün bir kızım olursa güçlü kadın değil, mutlu kadın olmasını dilerim

(rana şahnaz)




okumadım, ama bu kısmı hoşuma gitti

Monday, October 29, 2012

sick of swiss

kids in the hall'dan bir skeç.. sanırım 80lerden


Thursday, October 25, 2012

bitti düşünme

sadece söyle

gibi.



anlamlandıramıyorum bazı şeyleri ama "bitti ya" şükredişi var n'aparsın...

Sunday, October 7, 2012

fucked up

don't want to live here, can't put up to live there..

so?



Friday, September 14, 2012

stresa

şöyle bi son yazdıklarıma baktım da ne içim kararmış, ne kadar bunalım ne kadar ergen tripli bi yer olmuş burası... halbusi ters giden şeyler olsa da hep de böylesi sıkılmıyorum ki...
gerçi rakamlara bakınca okunuyormuş gibi gözükse de kimse yorum yapmadığından iyice kişisel alnım olarak benimseyip atıp tutuyorum işte..


stresa dan bahsedeyim dedim, azıcık psikolojimin normal olduğuna dair sinyaller vereyim, hem çok bahseden de olmamış sanki. gidiş-dönüşü 30 franka kapattığım için pek seviyorum isviçrenin gerçekten de avrupanın göbeğinde olmasını.

isviçrenin göllerine de hayranım. türkiyede ve hırvatistanda göle yanaşma durumlarım olmuştu ve durgun sudan nefret edebilirim şeklinde bir izlenime kapılmıştım. ama isviçrede suda mı keramet var onu temiz tutmalarda mı bilmiyorum gölleri denizin eksikliğini kapatıyor aslında. zürich gölü, leman (cenevre), lugano, como, maggiore, konstanz, luzern (dört kanton gölü)... hayranıyım hepsinin. aslında ülkenin tek sorunu insanları ve bozmaya pek hevesli havası. oysa hava güzel oldu mu kabul ediyorum isviçre tatili süper olabilir (parası olana).

neyse isviçreye methiyeler düzmeyi ya da yermeyi bırakayım, stresa ya dönelim. stresa, isviçrenin italyayla paylaştığı göllerden birinin kenarında, maggiore gölünün isviçreye göre öteki ucunda konumlanmış. ününü borromeo ailesine borçlu bence. zira o adaları olmasa pek değişik bir yanı yok kasabanın. gayet italyan vari, ama roma falan gelmesin akla. yazlık italyan bölgesi mi desem? böyle sarı-turuncu tonlarda yüksek olmayan binalar,villalar, güzel bahçeler falan.. çirkin değil ama farklı da değil.




adalara dönecek olursam... 3adacıktan bir kaç da kayalıktan oluşuyor. en büyüğü madre, ben gitmedim ona. ormanmış. içim dışım orman olmuş zati burda yaşaya yaşaya hiç daha fazla göresim gelmedi. ikinci büyük aşağıda sağda gözüken isola bella, solundaki de isola pescatori (onlar superiore diyor, ben gibi ortam hakkında hiçbir şey bilmeden giderseniz aklınız karışmasın)

isola bella.. güzel ada... güzel allah için. paşa borromeo kontesi isabel için yaptırmış sanırım 1600lerde bu adadaki sarayı ve kat kat bahçesini.




buraya gelmeden önce sadece tren istasyonu neresinde kasabanın, ve turizm bürosu nerededir diye internetten bakmıştım, iskelenin yanı demişti ilk çıkan sayfalardan biri turizm bürosu için. ben de indim trenden aşağı saldım kendimi, baktım sahilde herkes sola sola yürüyor (yüzünü sahile dönünce), merkez sağ tarafta olması gerekiyor diye düşünsem de herkes o yöne gidince dedim herhalde ben yanlış hatırlıyorum; merkez ve iskele o tarafta. zaten adalar da sol tarafa daha yakın , ben de takıldım peşlerine düştüm o yöne.

merkez orada değilmiş.

ama bir iskele var imiş. ve isola bella'ya giderek başladım biraz da tesadüfen...



ya benim yaptığım gibi gemiyle gelebiliyorsunuz adalara, ya da bu merkezin solunda kalan iskelenin hemen yanından kalkan minibüs misali vızır vızır giden ve adada benim anlamadığım düzende aşağıdaki gibi ikişer üçer yanaşıp yolcu bırakan motorlarla. anlaşmaya çalışmaya hiç halim yoktu, ben gidip biletimi aldım, bella ve superiore için geçerli olan 8.50 euro. tek ada daha ucuz. buradan kalkan gemiciklerin geneld eikinci durağı bella (beş dakika falan sürüyor) sonra da superiore.. 



bella, bir kaç restoran dışında saray ve onun kooooccaman bahçesinden oluşuyor. giriş 13euro, öğrenci indirimi yok.


sarayı gezerken özellikle de şu deniz kabuklu kata gelene kadar bir hayal kırıklığı vardı bende. zira ne eşyalar öyle çok cafcaflıydı ne de bir kaçı dışında duvarlardaki resimler. ki ayrıca odalardaki eşyalara da öyle yakından bakamıyorsunuz. dolayısıyla 13 euro buna mı verdim diye bir bozulmuştum lakin deniz kabuklu odayla gelmemle geçti bu his biraz, hem odanın atmosferi dolayısıyla hem de turist kafilelerinin haldır küldür koşturup beni geride bırakmasından..




sırf bu üstteki deniz kabuklu odayı değil bahçeyi de sevdim aslında. istedim, özendim bu bahçede dolanmaya, genelde ingiliz filmlerinde ya da eski klasiklerde rasladığım eline kitabı alıp bilmem ne bahçelerinde gezinerek okumaya... benim bu yazı denize hasret geçirmişliğim mi sebep emin değilim ama en 'yaşanır burada' dediğim saray bahçesiydi burası. özellikle şu deniz kabuklu kat ve bilmem kaç katlı bahçenin alt katı dalga sesleriyle o kadar huzurluydu ki o kalabalık alman ve italyan turist kafileleri bile bozamadı anı.




fransız bahçelerindeki gibi itici bir simetri yok,yani girişi biraz öyle gibi olsa da arka tarafı daha sempatik bir düzende. bunun dışında botanikle ilgili olan varsa bilmem kaç çeşit bitki varmış bahçede. çeşitlilik kısmını bilemeyeceğim ama ben fırtına sonrasına denk geldiğim için çiçekler biraz şaşkındı ve ortalıkta bahçe bu halde olduğu için özür dileyen yazılar vardı. dedim ya, yeşilliği heykelleri ve dalga sesleri bence yeterli idi burayı etkileyici kılmaya.

kafetaryanın oralarda bir yerde bir de hediyelikçi var pek tabi, hangi müzeden kaçar ki zaten bu. benim tek ilgimi çeken şey porselenler oldu, özellikle porselen kahve fincanları. zaten böyle kupa fincan takıntım var, ayın parasız günü olmasaydı boy boy resimleri koymaz mıydım ben... öyle çok pahalı değildi aslında 13-15 euro.. bunun dışında bana insaf dedirtecek kadar klasik şeyler vardı orada, kartpostallar bile kötüydü o derece.. garip geldi bana.

madem her adımımı yazıyorum şunu da ekleyeyim. kupa dışında aslında ben gittiğim yerlerden magnet almaya çalışıyorum, güzel değişik birşeyler varsa. buradan almadım (sevemedim hiç birini) ama alacak olan olursa eğer adalarda 3euro, karaya gelince 4e çıkıyor aynı zımbırtının fiyatı.. stresa'nın iyice arka sokaklarında yine 3euro. ha zaten epey küçük yer, iyice arka sokaklarına ulaşmak için maks. 10 dakika yürümek yetiyor.





üstteki de superiore nin resmi. 50 hanelik mi ne balıkçı köyüymüş, hala da balıkçılık yapanlar varmış burada sözde



fakat ben bu isola superiore nin olayını da pek anlamadım, hepi topu 50 hane mi ne var, sanırım 2şer 3er birleşip restoran olayına girişmişler bunlar, bir ara dedim başka bişey yok herhalde bu adada. ebat olarak da gayet küçük fekkat paso balık kızartıldığı için o ferah ada havası buranın sahilinde yok. hatta ağustos-eylülde su da mı yok ne böyle bi enteresandı. balıkçı köyü namına bi yukarıdaki ağları yakaladım onda da teyzem alışverişindeyken çıkıvermiş.

küçük bir yer burası, herhalde hiç durmasam 15 dakikada etrafı ara sokakları falan yürünür biterdi. yemek yemek için ise sanki bella daha iyi bir tercih olabilirmiş. yemedim etmedim bilemem, izlenimim bu





adaları saymazsak, isviçredeki hatta alplerdeki göllerin hemen hemen hepsi bu yapıda, tepeler tepeler dağlar, aradakı çukura dolmuş su. çok su. çoook su.

dönüşte tekne bizi, bindiğim yere göre kasabanın öteki tarafında bir yere,en başta bahsettiğim "sağ" tarafına bıraktı, ve turizm bürosu meğerse bu iskelenin yanındaymış. yolun karşısına geçince de kasabanın merkezinin oralara gelmiş oluyorsunuz. ben aslında santa caterina del sasso ya gitmek istiyordum. keşişlerin kaldığı kayalık bir manastırmış. ama turizm bürosu kapalıydı, bilet satan ingilizce konuşmuyordu, saat öğleden sonra birşeylerdi, ben de uğraşmayayım dedim. zaten pek kaşif havamda değildim.

crtl+s nin eksikliğini en çok bu yazıda çektim sanırım. bilmem kaç sayfa raporu yazarkenki alışkanlıkla her lafın sonrasından istemsizce ctrl+s yapmaya çalışır olmuşum ben. ve uzun olsun diye yazmaya çalışmaya da galiba... 2 ada bi kasaba için ne yazdım yahu...

ama mesela cart-pembe renkli çöp poşetlerine sempati duymadım desem yalan olur.

gezecek gidecek olan varsa şöyle bir blog var ingilizce, herhalde her bir köşesini yazmıştır birkaç yılda..
http://stresasights.blogspot.ch/

ve bir de, nerede olduğunu tarif edemeyeceğim ama piazza capucci (market square) idi galiba oradan sağa doğru (başta dediğim gibi sağ) gidince bir doncurmacı vardı, dondurmasına çok şahane diyemem ama külahta servis şeklini çok sevdim.


Tuesday, September 4, 2012

fantoche

ilk defa eylül başında isviçredeyim, garipsiyorum bir yandan diğer yandan ise fantoche yi bu sene kaçırmıyorum en azından avuntusu var.

baden daki eylülün ilk haftası düzenlenen uluslararası animasyon filmleri festivali fantoche.

oğul miyazakinin filmi sanırım isviçrede bir burada gösterilecek. onun dışında benim gözüme kestirdiğim şu fransız animasyonu var. (sanki fransızca seslendirmesi daha iyi?)





başka bir fransız...



veya diğer bir "gayet fransız"

ve bir de çok acayip şu japon animasyonu ilginç gelen



..


bir de bir kore işi vardı da bulduramadım şimdi onu. aslında bu sene çek cumhuriyetine odaklanmış olsalar da şu anki halimle pek izleyesim gelmedi onları.

Monday, August 27, 2012

çaylar bana

son haftanın yusuf yusufu



kendime çaylar.. hani ya bana çaylar

Wednesday, August 22, 2012

doch es kamen menschen an





şöyleki, aslında bandista dinliyordum. istanbulda bir kaç sene önce yok yere ölen nijeryalı mültecinin anısına 3 şarkı çıkarmışlar ve sitelerinden yayınlamışlar her zamanki gibi. şarkılardan biri kim yerli kim göçmen, cem karacanın bu şarkısıyla başlıyor. hoşuma gitse de öncelikten mi bilmem cem karaca gibi olmamış, daha doğrusu başka bir şarkı esasında ya zaten. benim aklım cem karacaya gitti.

es wurden arbeiter gerufen
doch es kamen menschen an




"sınırsız"
"ulussuz"
"sürgünsüz"

olabileydin keşke hayat. yani bu bilinçle yaşayabilseydik keşke. şarkılar bir yana, ismi bile yeter bandistaya bir göz atmaya



Sunday, August 12, 2012

olimpiyat mı

daha ateşi tam sönmeden....




esasında bugün eve dönerken şu kocamanlara rasladım eğlendim yolda. ordan aklıma geldi...




bu da kendi sitelerinden olayın bütün resmi
http://www.onetruth.ch




merak eden olursa. kocca sportif ülke 2 altın 2 gümüşle kapattılar olimpiyatları. federer gümüşte kaldı üzülesim geldi ama sonra geçti. tenis dışında hiç şaşırmadığım şekilde triatlon (zırtı pırtı triatlonlar düzenleniyor ülkede zaten, normal halk akın akın bi koşu suya dalıp çıkıp bisiklete atlıyorlar) neyse triatlon kadınlarda altın, binicilikle ilgili bişeylerde altın, ve galiba dağ bisikletiydi erkeklerde gümüş aldılar.


yanlız çok ilginç, ülkenin karakteri ortaya çıkmış: tenis, bisiklet, triatlon ve alplerde yetişmenin getirisi (??) binicilik...


Saturday, August 11, 2012




 binooki yayınevi oğuz atay, alper canıgüz, emrah serbes ve yazgülü aldoğan ın birer kitabını almanca yayınlamış. geçen gün de saatleri ayarlama enstitüsüne rasladım kitapçıda. raflarda orhan pamuk ve elif şafak dışında birşeyler görebilmek güzel




üstteki ne alaka tabi bununla, mario levi hiç çevrildi mi bilemiyorum ama o hatırlanamayan kokuların burun sızlatmaları es geçilemez bazen...

Monday, August 6, 2012

Yağmur yağıyor Olric, ıslanıyor etraf

hayal

kırık







yine...










iletişebilmeli oysa insanlar. öyle zor da olmamalı bu, biri a'dan diğeri b'den bahsedip durmamalı






"gurbette olmasan"
"bu saatten sonra kendisi bilir."
"kendi kararlarını verecek yaşlara geleli o kadar çok yıl olduki!!!!"

evet, tam da bu şekilde. işin kötüsü sonuncusunda haklı,farklı bir yönden ama, zira o'nun kendi kararlarımı veremediği sandığı konular gayet benim kararlarım. ama diğer başka bir konuda " x için"e o kadar kaptırdım ki cesaretsizliğimin sığınağı oldu.


falan filan.



take care





Take care of the one you love,
Take care of the one you need,
Take care of the one who needs you most,
The one far from home, the one that fills your soul





Saturday, August 4, 2012

how swiss are you?

http://www.quotev.com/quiz/1936352/How-Swiss-are-you-really/


pek eğleniyorum swiss-swedish pot kırmalarına

Swiss WannabeYou might have heard about K-Swiss shoes and Swissmiss hot chocolate, but you didn't dig deep enough to find your inner Swede... Or was it Swiss?

palyaço

ne acayip reklam almışım meğerse bilinçsizce. bu sitedeki link yerine yine youtube dan gelsin bari







osman sonant'tan...
seslendirmesi yani. yoksa şiir bugün ben de dahil bir çok insanın andığı birinin



umursamıyorum yılgınlığımı filan
çünkü sessizce yaşanmalı her şey
bir devrim sesszce olmalı mesela
ve her sözcüğüne inanmalı bir palyaçonun
bir palyaço neden yalan söylesin ki

Friday, August 3, 2012

çok "hip"







züri'ye geldiğinizde bu "hip" mekanlara uğramayı ve "hip" aktiviteleri yapmayı unutmayın...

nothing to worry about






radyo ekseni sevmez miyiz...

Tuesday, July 31, 2012

ses ver!






aslında çok karşı çıkmayabilirdim eğer ki biraz ileriyi görüp düşünüp adam gibi hes(hidroelektrik santralleri)leri planlayarak yapsalardı, ama malesef bildiğin plansız öngörüsüz günü kurtarmak cebi doldurmak adına bokunu çıkarmış durumdayız heslerin de..

hiç bizzat gördünüz mü o dibini bi türlü bulduramadıkları madenlerin ve şimdi de hes'lerin nasıl tehlikeli bir kuraklık getirdiğini?evet, çoktan getirdiğini?




son habere bak:

"Yasa kalkacak, HES'ler 10 kat artacak"

hayır, çok iyi hatırlıyorum ben daha ortaokuldayken türkiyede kuraklık riskinden/ömgörüsünden bahsediliyordu, suyun kıymetlenmesi gerekirken şu hale bak...tamam kıymetleniyor ama yok olarak kıymetleniyor.

nükleer riskli derken,onun yerine hes demişken bir zamanlar abartıklarından mütevellit bu da nükleer misali aynı risk grubunda olmasa da hayatı başka tarafından kurutanlardan oldu..


Fikir Sahibi Damakların facebook sayfasında rasladığım şu video ise pek şirin ya, nasıl acıdım o öyle ağlarken





uç uç uç





Tuesday, July 24, 2012

yaz dediğin festivaldir, bedavası en şahanedir

başlık özetledi sanırım?
tamam isviçre pahalı falan ama ücretsiz festivaller olmuyor değil.. benim için sezon şimdi adını unuttuğum , zürich seilbahn rigiblick durağının aşağısındaki ile başlar, winterthur müzik günleriyle devam eder gider...

ve güncellerden bazıları:
basel, bu hafta&haftaya: http://www.imfluss.ch/index.php/programm
zürich, ağustos başı: werdinsel openair http://www.werdinselopenair.ch

veya veya boş bulduğumuz yere çömelim misali
 www.roentgenplatzfest.ch
www.idaplatzfest.ch 
www.langstrassenfest.ch  gibi gibi....


aklımda bir iki tane daha vardı, hep böyle aklıma gelmişken diye başlıyorum, başladığım anda da unutuyorum devamını. şu düşünceleri kaydetmeye yarayan aleti bir an önce yapalarda ulvi fikirlerim heba olmaktan kurtulsa...

neyse, bir sürü "gemeinde" nin (mahalle mi desem?) organize ettiği ufak panayırımsı festivalcikler de var büyüklerin yanında. ama onlarda isviçreli gruplar ağırlıkla çıkıyor, hiç yanaşmadım bilmiyorum


aaaaa sahi zürichte yazın en güzel etkinliği, theater spektakel!http://www.theaterspektakel.ch/
ağustos ortası başlayıp ay sonuna kadar sürüyor...ücretli ücretsiz karışık ama gerçekten şenlikli bir program sunuyor. yani, "bence"... herkesin eğlence anlayışı farklı sonuçta



Saturday, July 21, 2012

zürihte bir garip temmuz daha



bugün zürich gölü, thalwil civarı daha spesifik olmak gerekirse

belki de hayat yanlış anlayınca güzeldi, sadece yanlış anlayınca. herşeyi.

"karanlık ve uzaklık büyütür gözbebeğini; aydınlık ve yakınlık küçültür.
yani bu kararsız çember, ışık varsa küçülür, ışık yoksa büyür.
yakına bakarken de küçüldüğüne göre, yakın olan aydınlıktır, aydınlıktadır.
uzağın payına karanlık düşer.
zaten karanlığı kimse yakınında görmek istemez"



"olric sence geçer mi?
- geçer elbet efendim; bazısı teğet geçer,bazısı deler geçer,bazısı deşer geçer,bazısı parçalar geçer.ama mutlaka geçer. "






"akıp da hiç bir yere ulaşamamak olası mı? yani sence bir sonu yok mu derenin? oysa her şeyin bir sonu var"

Monday, July 16, 2012

Friday, July 13, 2012

biri babazula mı dedi?


ben yazmaktan bıktım onlar gelmekten bıkmadı sanki buraya. yok ya ben de bıkmadım yazmaktan, gidememek arada koyuyor. japon hatun da geliyor mu acaba..

bana göre isviçrede en iyi programa sahip festivallerden ve şimdiye kadar henüz gidemediğim festivallerden biri paleo.

yağmur yağmaktan bi kaç gün olsun vazgeçerse bu sene başarabilirim sanki bunu

paleo, yeah! http://yeah.paleo.ch/en

Sunday, July 8, 2012

World Heritage List

türkiyeye kıyasla hem tarih hem boyut olarak küçük kalan isviçreden de 11, ve türkiyeden de 11 eser/bölgenin buraya dahil olması bizim ayıbımız sanki?





öyle bir "dönmeden görülesi"ler listesi yapıyordum kendimce de aklıma geldi. st gallen'daki abbey kütüphanesi ve interlaken'daki st beatus mağaraları şimdilik listeme attığım iki madde.

Wednesday, July 4, 2012

"kalbim ki gidememeklerden kanguru lehçesi"



Ve gitti iste.

Sevsen de sevmesen de, kizsan da hak versen de -veya vermeye calissan da- yok artik. Olmayacak. Elinde kalansa ufak bir iyi ki'nin yaninda ilerde belki icini acitacak bazi keskeler..

'Hayat iste' di mi?..











istanbul şehri malın olsa, ölümden öteye köy yok ya





kanguru da ne ise..

dönüp dönüp aynı yere gelme




o değil de merak ediyorum bazen, napıcaz bunca çekmece çekmece kasedi sonrasında??



Saturday, June 30, 2012

but I'm so exotic I'm so erotic, 'cause I come from the Planet Paprika


havanın açtığı günlerde zürichte yaşam şahane diyorum, böyle büyük bir göl devamında nehir... boş bulduğun yerden atlayabiliyorsun suya, sokakta ya da hatta işe mayoyu içe giyip gitmek zerre sorun değil, çok geç saate kalmadıkça bisiklet kiralamak ücretsiz... evet bazen bir an geliyor bir ütopyada yaşadığımı sanıyorum, sonra gayet sıradan bir yerden alınmış sıradan kahveye 7 frank veriyorum (14 lira) ve rüyadan uyanıyorum.
(sırf zürih değil, isviçrede neredeyse her boş bulduğun yerden suya atlamak serbesti ki nasıl güzel bir serbestlikmiş bu, bildiğin sahil kasabası motivasyonunu enerjisini hevesini ne derseniz artık alıyor insan)

havalar şu şekilde geçti haziranda: 5 gün yağmur-2 gün güneş... ve buraya geldiğimden beri her bir temmuz yağmurluydu, bakalım bu sene bir süpriz yapacak mı , zira hafta iki gün güneş kontenjanını doldurdu.

temmuz genelde yağmur ayı demiş miydim ki hiç önceden?



peki ya shantelin new york konseri için amerikadan vize alamadığını?

Wednesday, June 27, 2012

bana kadar

üzülüyor diye üzülmek mi?...


Seni sevdiğimdendir gelirim ben bu yere
... 
Dağlar bilmez
Dostlar bilir


 bilir de anlamazmışlar.
"sevmiyorum balıkesiri, balıkesirlileri" derken, düşünmeden ciddiye mi aldınız yoksa beni?



-


onları bırak da,ya sen...niye böyle oldun ki? iyileşmen gerekiyordu? daha iki hafta önce güzel güzel anlatıyordun...

Wednesday, June 20, 2012

...

Üzülme! der Mevlana...ve devam eder.....kaybettiğin her şey başka bir surette geri döner!



















ne gelen var ne dönen?







ayağımın suya değdiği yerde bir gökyüzü istiyorum şımarıklık olmayacaksa eğer, karşımda engel misali bir tepe görmek yerine, ve suda az biraz iyot kokusu

Sunday, June 17, 2012

vitrin mankeni

korkmak demişken, evin yakınlarındaki bir mağazadaki şu mankenler de ürkütücü değil mi? bildiğin kart zampara tiplemeleriyle hangi müşteri kitlesini hedefliyorlar bilmek istemiyorum.


"rüyalarımızı kim kuruyor ve veriyor?"

rüyalar, ertesi gece insanı uyutmamaya teşvik edebilecek kadar etkileyici olmamalı .ya da en güzeli iyi ya da kötü hatırlamak istemiyorum onları.

biraz hayatta da böyle davranmaya başladım, bazı şeyler var iyi anları getirecek, ama arkasından az çok öngörebildiğim kötü anları da..hiç yaşanmasını tercih etmeye başladım sanki. bir düzene ulaşana kadar da sanırım böyle gitmek niyetindeyim, kaçırdığıma değer miydiler kafamda, arkalarda ama aralarda öne çıkarak.





işin daha da rahatsız eden yanı, sen birini rüyanda görürken ve için ezilirken, karşı tarafın da seni rüyasında ağlarken görmesi


belki de iyi hissedebilmek adına eskiler dinledim durdum, sonra zülfü livaneliye takıldım, küçüklüğün parçalarından yol eşlikçilerinden, kaset devrinden, hatta şarkıların ileri geri sarılma yetisinin edinilmediği devirden... cümle kurma yetisinin kaybedildiği bir saatten kendime bir not işte sadece, ikinci defa "niye gördüm ki" detirden bir rüyayı unutmamak adına..







biraz olsun, bir an önce olsun, azıcık iyileşsen?


Friday, June 15, 2012

ey sevgili yurtdışı yolcusu,

pasaportun hazır mı?



değilse şahane bir haber seni bekler : pasaport krizi

özetle, ihale hatası yüzünden devletin elinde defter bitmiş, defter bitince pasaport verememiş, pasaport veremeyince ama yazın da gelip milletin ramazan öncesi kaçamak yapmak istemesiyle olaylar şenlenmiş şenlenmiş...



seyahat özgürlüğü grubu, pasaport harcına vize düzenlemelerin karşı çıkmaktan bıkmasa da, şu defterin bitmesi olayıyla ben artık neye karşı çıkacağımı şaşırdım bir an.

öyle 2günde teslim gibi "hızlı" olaylara güvenmemeli tabi, malum "burası türkiye". öfff klişe mlişe , dedirtiyorlar adama... ya, hani öyle şeyler oluyor ki, evet aslında pasaport defteri bitebilir tabi, diye karşılıyor artık insan. ki burdan üste de çıkabilirler, evet ekonomimiz çılgın oldu tavan yaptı insanımızı yurtdışında para savurmaktan men eden tek şey bizim defter veremiyor oluşumuz falan gibi açıklamaları bekliyorum ben. belki iki günde yeni bi düzenleme de yaparlar, hacca gideceklerin pasaport almasına gerek yok diye, tekrar mutlu mesut günlerimize döneriz.

geçen seneden biliyorum ki çoook sinir bozucu bir şey planını yaptığın,biletini aldığın geziyi, parasını da bayılmaya razı olduğun ama edinemediğin bir defter için iptal etmek

Wednesday, June 13, 2012

ergene




üşendim yazmaya... eskiden "herkes kendi evinin önünü süpürse" serzenişleri vardı.. herkes kendi memleketini temiz tutma derdine düşse olarak değiştirsek ya? kaz dağları-ergene-istanbul, üçü de mahvediliyor

ergene konusunda da, herkesin yolu bir gün sıcaklar bastırdığında uzunköprünün o uzuuuun köprüsünden geçse ve görseler o ayçiçek tarlaları çeltik tarlalarının sularının aslı nerden ne halde ve kokuda geçiyor.





ve daha önce milliyette çıkan, gündöndü belgeselinden de bahsedilen bir röportajdan alıntı: (yavuz dizdarın her açıklamasına katılmasam da bu ergene konusunda karşı çıkamayacağım)
"http://gundem.milliyet.com.tr/-saglikli-diye-yediginiz-tavuklar-tavuk-degil-/gundem/gundemdetay/04.04.2012/1523826/default.htmİZLEYENLERİN DONA KALDIĞI BİR BELGESEL ÇEKİLDİ AMA TÜRKİYE'DE GÖSTERİLMEDİ"
- Ben izlemedim o filmi...
İzleyemedik, çünkü henüz Türkiye’de gösterilmedi. Kısa versiyonu Marsilya’da bir çevre filmleri festivaline gitti. İzleyenler o kadar etkilenmiş ki, film bittiğinde alkışlayamamışlar, alkışlayacak halleri kalmamış. Deri fabrikalarından çıkan o atık suyun köpükler halinde Ergene’ye bırakılmasını ve bu yüzden ortaya çıkan çevre felaketini öyle bir göstermiş ki film dona kalmışlar... Çiftçi geliyorTrakya’dan, Ergene’den, hepsi hastalarımız zaten bunların. “Hocam” diyor, “15 tane sığırımız geçenlerde öldü. Daha önce de bir 15 tane ölmüştü zaten...” Onbeşer, onbeşer ölüyor hayvanlar. Ama “Aşı reaksiyonu oluştu da ondan” diyorlarmış.
"BAKANLIK 'ÇOK SİGARA İÇİYORLAR, KANSER OLUYORLAR' DİYOR, GERÇEK ÖYLE DEĞİL"
- Kimler diyormuş?
Tarım Bakanlığı yetkilileri! Böyle aşı reaksiyonu oluşmaz. Bunlar bir şeyin üzerini örtme çabaları. Bir aşıda üretim sorunu varsa, zaten o 15 hayvanı değil, çok daha fazlasını etkiler. Bu aşıyla ilgili olan bir durum değil. O çevrede muhtemelen hayvanlar su içerken ya da otlanırken çevreden aldıkları toksinle kaybedildiler. Bir arkadaşımız gitti bölgeye, “Kimse konuşmak istemiyor, korkuyor” diyor. Trakya Üniversitesi’nden öğretim üyesi bir başka arkadaşımız bölgedeki kanserli insanların dokularında ağır metal analizine bakmış, çok yüksek bulmuş... CNN Türk’te yayınlanmış bir canlı yayının bandını izledim. Devletin söylediği şey, “Çok sigara içiyorlar, çok alkol tüketiyorlar, bu kanserler o yüzden.” Halbuki adam anlatıyor, kızı dereye düşmüş, boğulmuş, peşinden gitmiş, girdiği yere kadar bacakları cılk yara. Bu düzeyde bir kirlilik var Ergene’de. Baktığınızda temiz görünüyor ama adamın girdiği yere kadar bacakları ülsere olmuş. Sonuç? Adamın o yaraları iyileşmiyor. Adam yaşıyorsa da şansa yaşıyor. Bu, o bölgede yaşayan diğer insanlar için de geçerli. Bunun öyle sigarayla, alkolle falan kapatılacak bir yanı yok. Bir de oradan ürün geliyor, o ürünün nereye gittiği belli değil.
"PİRİNÇ, AYÇEKİRDEĞİ VE BUĞDAY'DA 2 İLA 8 KAR YÜKSEK KURŞUN ÇIKTI"- Gelen ürün ne?
Üç ürün geliyor. Pirinç, ayçekirdeği, buğday... Kadmiyum ve kurşun analizlerini yaptırdık. İzin verilenden 2 ila 8 kat yüksek çıktı! Şimdi bu ürün nereye gitti, kim yedi? Bunların hiçbirini bilmiyoruz. Bakanlık her ürünü birebir denetleyemez, orada hakkını verelim. Ama şu önemli; ürüne püskürtülerek kullanılan tarım ilaçları herhalükârda çok kullanılmadıkları zaman kabuğun soyulması, hatta meyvenin sebzenin iyi yıkanılmasıyla uzaklaştırılıyor. Sorun ot ilacında. Çünkü ot ilacından meyve ağacı etkilenmiyor ama onu bünyesine alıyor. Biyolojik sistem bunu içinde biriktiriyor. Bu insanda bir tümör oluşumuna da neden olabilir, hayvanların kaybedilmesine de... Bu ot ilacını, glifosatı pek çok ülke vahşi doğaya da atıyor. Ot kontrolü diye. Nedeni bilmiyorum."


son olarak, yeter be ya! http://www.yeterbeyaa.org/

"MÜCADELELER
* Çorlu Tehlikeli Atık Tesisine Hayır Platformu
* Ergene İnisiyatifi 
* Aşağı Sevindikli Termik Santral Mücadelesi 
* Şarköy Termik Santraline Hayır Platformu"

Monday, June 11, 2012

gidelim burdan lala. isviçrelilililililililerle olmasın ama.

(bir yaziyi 3 defa yazmaya kalkisip da basina bir isler gelip durmasi...)




bazi seyler var, kücükler ama hayatimin kiymetlisiler, o kadar kücükler ki muhtemelen cok az kisi onlara böyle deger veriyordur. Bu yüzden muhtemelen, kiymetlim onlar benim, adlandirmazsam belirtmezsem kimse farkina varmayacak sanki..
Mesela son kiymetlilerimden biri de kalbin böcüü. Bitmesin diye öyle sindire sindire okuyorum ki,öpücük baligin gelmeyeyim diye.. Isin komik kismi cogu zaten bildik yazilar,ama yine de ilkmis gibi okuyorum seviniyorum, gülüyorum, hüzünleniyorum, fabrigada agladim bile..


diyorum ya ara ara, ortak zevklere sahip oldugum birileri pek yok burada. hadi tamam muzik konusunda var biraz ama edebiyat ya da sinema kayip.. Dolayisiyla bu konular uzerine okumayi sevsem de konusmaya konusmaya konusmayi (ve belki yazmayi?3ayni kelime??) unutmus gibiyim.. 


Oysa ne kadar isterdim atilla atalayin hikayelerinin de etrafimdakilerce okunmasini, küüden kürk mantolu madonnayi cikarmak misali etki yaratmasini, ironinin arkasindaki hüznün bilinmesini, deliler denizi demenin anlamli olmasini, bagaj ya da dolaplarin sadece esya saklamak icin kullanilmayabileceginin kavranmasini..


Turkce konusanlarla basaramasam da lab.daki isvicreliye ufaktan asilamaya basladim mi ne? Yok, atilla atalay degil. Benim basarim da sayamam zaten bunu,müzigin evrenselligi mi demeli?.. Lab.daki isviceli önceki gun gayet turkce olan büyük ev ablukada sarkilarina eslik ediyordu, iyi mi.. Ilk dinleyisiydi ustelik. Demirhan baylanin ritmini sevmisti oncesinde de.. Lab ortami olunca ben de cocugu kobay yerine mi koydum ne... 




Diyip baska deryalara yelken aciyorum heman. Simdi avrupa toplumu malum ölene kadar cocuguna bakma hevesinde degil (sonrasinda da cocuk ayni seyi anasina babasina yapiyor ki bu baska yazinin konusu). Dolayisiyla ogrenciler genelde calisiyor egitimlerinin yani ya da arasinda. Isvicrede de bu boyle,hatta sanki daha ekstrem, ailemle paylastigim evde odam icin kira vermek zorunda degilim diye ovünen tanidigim universite ogrenciler var.( ne kadar sasirmistim ilk baslarda...) baba parasi yiyen de var o ayri, belirteyim bunu ailesinden gecimini saglayan degil demek istedigim para harcamanin limitlerini zorlayanlari kastediyorum..


Neyse, bu calisan ogrenciler.... Universite egitimi zor burada, bizdeki gibi son geceyi gectim son hafta veya son ay calismayla zar zor kurtariliyor dersler,hatta kurtarilamiyor. Ama bu zorlugun yaninda da calismak zorunda olan buyuk bir  kesim var. Iste okulda calisiyorlar (bizdeki ogrencilerden daha fazlasi okulda calısiyor, ve insan gibi para aliyorlar, bizde oldugu gibi sadaka mi maas mi gibi degil), restoran-cafelerde, ofislerde, sirketlerde... Bir iki ay onceki universite dergisinde gecmişti konusu (bastaki nota burada geliyorum. yazip yazip durdum burdan sonrasini, sinir oldum kaydetmemis hic,oysaki ozene bozene detayla rakamla yazmistim. tamam tamam, donuyorum konuya). Ordaki makalelerden biri ogrenci islerinden biri uzerineydi.. Makaleye gore isvicre ve almanyada ogrencilerin ucte biri para karsılıgı seks veya eskortluk yapiyormus. Yuh dedim, bu islerin ozellikle sosyal bilimler okuyan ogrenciler arasinda yaygin oldugunu biliyordum, hatta gazelerde ozel kosesi var bu tipte eleman(?) arayanlarin, ama 1/3!... cok yuksek bir rakam! ben degil, sen de degilse o yakinliginda.. Mesela o makalede roportajlardan biri eth zurich makina bolumunde okuyan bir erkekle yapilmisti. Cocuk diyor ki, bolum cok agir (gercekten zor), derslerden calismaya vaktim kalmadigi icin kisa surede yuksek miktarda para kazanabildigim icin basladim bu ise. ilk basta sadece kadinlarla beraber oluyormus, sonra bir adamdan teklif gelmis, bir tereddut etmis ama teklif ettigi para cok yuksek olunca, adamin tipi de normal olunca artık resimlerden tipini begendigi herkesle calismaya baslamis. Okul bittikten sonra kesinlikle bu isi yapmak niyetinde degilmis. 


Bir diger roportaj da uni zurichtendi galiba, iste bir kizla. Hadi otekinin bahanesi ne bileyim zor durumda kalmak, caresiz kalmak baska bir sey diyip kabullenebiliyorum, ama bu kiz diyor ki (eskortluk yapiyormus is adamlarina) para harcamayi, luks yerlerde yiyip icmeyi, marka kiyafetler giymeyi, erkeklerin bana bakisini seviyorum,ustune bir de gece iyi seksle bitiyor. Cok fazla acik sozluymus kizimiz ama benim bildigim duydugum cogu hikaye de buna benzerdi. 




Nasi toparlayacagimi bilemedim simdi konuyu.  ütopyalar guzeldir diyeyim bari....







karar veremiyorum orjinali mi ceylan ertem versiyonu mu daha güzel... aynı şarkı farklı hisler


Zaten bir yere gitmediğimden beni yine braktıkları yerde buladular, kapılarımı kilitleyip kaçamadım. Onlarca kez atılma durumuna geldiğim bir okulda inatla okudum. Beceremeyip de yenilip gidersem olmazdı. Kimi zaman, batan bir gemiyi en son terketmenin acıklı artisliğine özendim. Fareler önden tüydü, ben kendimi kamarama kilitleyip o gemiye öyküler yazdım. Sonunda hayalet gemilerim oldu, ruhları çoktan gitmiş bir kaç tane de cesedim.


"sen hiç gepgece denize girdin mi? dolunay şavkıyorken hem de...girdim işte ben...yine hiçbirinin ruhu duymadı..."



(hayır illa sakar yönüm su yüzüne çıkacak ya, öle de yazıyordum kimsenin ruhu o kadar duymadı)

merak ediyorum gidebildi mi, veya gidememelerle bir derdi mi var deliler denizinde dalgalanasıcanın