Tuesday, December 27, 2011

efkar **

tedai-i efkar?






efkar-ı umumiyenin zerre umrunda olmasa da:

"i’m coming homei’m coming home
tell the world i’m coming home
let the rain wash away all the pain of yesterday
i know my kingdom awaits and they’ve forgiven my mistakes 
i’m coming home, i’m coming hometell the world i’m coming"












** o anlamıyla değil işte
efkarlıyım der isem ve siz de onu kast etmediğim anlamıyla anlarsanız, kendi kendime oynamış olurum sadece, belki de. zira efkar-ı mütemadi değil halim

(bu sonuncusunu cümlede doğru kullanamadım gibi bir his var içimde?)

Sunday, December 25, 2011

sainkho namtchylak

ben tam da buraların havalarını tutturur oldum derken, her noel de karlı geçiyor derken yine beni şaşırttı havalar.gayet kuru bir o kadar da güneşli bir 25 aralık..ne güzel ne güzel..





getting better
getting warmer
let the sun shine


oldukça etkileyici bir sesi ve kısacık saçlarıyla göze takılan bir görünüşü var Sainkho Namtchylak ın. herkes bilsin istediğim insanlardan... tuva'lı. tuva da nesi/neresi diyecek olursanız da asyanın ortası, rusyadaki özerk bölgelerden biri,şamanist olanı derim. (resmi olarak tek şaman onlar mı emin değilim gerçi). ama dünyada gırtlak müziği (throat singing ) sayesinde en azından müzik dünyasına kendini tanıtabilmiş bir ülkecik.




ben henüz izleyemesem de "genghis blues" isimli oscara zamanında aday olmuş bir belgesel de var bu throat singing üzerine. kısaca bir kişinin aynı anda bir kaç sesi birden çıkarabilmesi denebilir sanırım. lakin nasılını bilmem.bir kaç (2-3) ses diyorlar, bense sanki sadece iki ses duyuyorum, üçüncüyü bulduramıyorum. ama düz bi dinleyiciyim ben sadece

şuradan bu tarzda şarkı söyleyen insanların listesini bulabilirsiniz, ya da kısaca sainkho namtchylak dinlemeye devam edebilirsiniz..

Saturday, December 24, 2011

hey little bird, fly away home

http://youtu.be/9vEBPYfy1GM


içim kıpır kıpır gün sayarken dışarıdaki çılgın alışveriş kalabalığından korkup eve sığınmak.



kahretmeye ki diğer tip de evde. huzursuzluk nedeni...



geçen gün -kar başlamadan evveli- lab.da tartım yaparken rasladım, içim açıldı. sonra kendi camsız labıma geçtim tekrar daraldım




hepi-meri-kırismıs ve atmosferine uygun bir şarkı: http://youtu.be/vWhiUcrSiAg 


miyavi nin türk ya da isviçre versiyonu olsa, iki milletin rockçıları punkçları da bu kadar kapalı olmasa yeni bir şeylere..

Friday, December 23, 2011

buralara da gelsen ya?


ama yok ille de birleşik krallık..

kar yerine yağmur tercih ettiğimi keşke sana gelmeden önce bilseydim isviçre... (gerçi ingilterede de harçlar yüksek, fakat o ayrı bir konu)

bulut zaten eğlenceli bi şey, lakin türkçesinden tam emin olamadığım aramaya ise üşendiğim mercek (merceksel?merceksi?) bulut ya da lenticular cloudlar ise tam şenlik. mesela dağın tepesinde takke gibi duranlar, ya da fıldır fıldır dönmüş de o ara dona kalmış gibi olanlar, üstteki gibi uçan apartman misali kat kat olanlar, ufo sanılanlar... çok orjinaller kendileri. çok da görüldüğü yerde fotoğrafı çekilmelik.

bbc nin sayfasında vardı da, ordan bir iç geçirdim

bi onlara bak bir de benim karşıma çıkan çarşaf çarşaf bulutlara


daha bugün beğenmiştim oysa  bunu.. çok pis satarım
!

Tuesday, December 20, 2011

a fatal illness

"One day, you don't feel  like doing  anything. -Nothing  interests you, everything  bores you. Far from wearing  off, your boredom persists and gets worse, day by day and  week by week. You feel more and more bad-tempered, more and more  empty inside, more and  more dissatisfied with  yourself and the world in general. Then even that  feeling wears off, and you don't feel anything any more. You become completely indifferent to  what goes on around  you. Joy and  sorrow, anger and excitement are things of the past. You forget how to laugh and cry - you're  cold inside  and incapable of loving anything or anyone. Once  you reach that  stage, the  disease  is  incurable. There's  no  going back. You bustle around with a blank, grey face,  just like the men in grey themselves -indeed,  you've joined  their  ranks.  The disease has a name.  It's called deadly tedium."


gerçekten çocuk kitapları mı yazdın sen michael ende? ben anlamayabilirdim ki eğer çocuk halimle okusaydım kitaplarını...

Saturday, December 17, 2011

fakirlik

fakirliğin de tamamen göreceli olduğunu önceden bu kadar şiddetli farketmemiştim. mesela, isviçrede yapılan son araştırmay göre:


"For individuals, the poverty line in Switzerland is set at 2,400 francs ($2,554) a month. 
In 2010, the average annual income per household in Switzerland was 47,567 francs ($50,654)."
http://www.thelocal.ch/2051/20111216/ 



onlar öyle deseler de ben pek katılmıyorum ile katılıyorum arasında kaldım. şimdi şöyle ki, evet bin frankın altıyla çok çokçokçok zor yaşanır isviçrede. sebze ve eti çıkarmanız gerekir diyetinizden en basidinden, belki otobüs abonmanı yerine her yere pedal çevirmeniz gerekir falan. ama iki bin frankla rahat bir yaşam sürebilirsiniz. her gün tiyatro sinema konser gibi etkinliklere katılamazsınız (ama her hafta bir-iki olur), veya her haftasonu dağa kayağa snowboarda gidemezsiniz ayda bir gidersiniz, herhafta kıyafet alamazsınız belki ama oldukça rahat yaşanır. bana göre 1500 limittir isviçrede -eğer ki kendi evimde tek başına kalacağım yerine wg -wohngemeinschaft- 'de kalmayı tercih edebilyorsanız. yoksa uyduruk acayip stüdyolar 700 franktan başlayıp alıp başını gidiyor.

isviçredeki evlerden de bahsetmek lazım belki... eski evlerde duşun mutfakta olmasına tek şaşıran ben olmamalıyım?

Thursday, December 15, 2011

twinkle twinkle menulis




günlerin 48 saat olmasıdır şu gelen yıldan dileğim, yoksa böyle onu da yapacağım bunu da yapacağım derken çok yorucu hayat. bazı şeyler için yapmayı geçtim bakmaya bile vakit yok. en sevdiğim laf olan "o değil de" ile hemen bağlamayı beceremediğim konuyu değiştireyim; en güzel twinkle twinkle little star yorumu şu aşağıdaki değil de hangisidir? ayrıca bu kadın yetenekli değilse kimdir? resimler de onun



































"take away show" ları sevmeyen var mı?
(varsa, ama sevilmezler mi hiç diye karşı çıkmaya hazırım)

izlediğim en iyi take away show bu kadınınki diyemem belki ama katiyen performansına, videoya, çekilişine kötü de diyemem. hepsi güzel. belki şarkılarının çoğunun ne anlama geldiği hakkında bir fikrim yok ama müzikte bu çok da önemli bir şey değil, bu şarkıda umut ya da en azından pozitif şeyler olduğuna inanmam yanlış mı mesela?

bilmeyen için ise kısaca take away shows, la blogotheque isimli fransız müzik sitesinin/blogunun başlatmış olduğu bir proje (proje denebilir heralde,bilemedim başka nasıl tanımlasam). sanatçılar gruplar sahneden inip günlük hayattan bir yerlerde performanslarını gerçekleştiriyorlar, yönetmenliğini yapan vincent moon sayesinde mi bilemiyorum pek hoş videolar, ve şahane akustik şarkılar ortaya çıkıyor.

benzeri, ama mekanda kısıtlı versiyonu ise black cab sessions. onlar da süper, ve adı üstünde...







take away demişken, arcade fire'ın asansör performansı da farklı, pek izlenesi bir o kadar da dinlenesi. uzun hali(devamı) merak edilirse o da şurada


Monday, December 12, 2011

krampus



ne zoru var bu dağlı milletinin çocuklarıyla bilemiyorum ama daha önce bahsettiğim schmutzli lerin bavyera ve avusturya versiyonu da krampuslarmış ki cadılar bayramının en ateşli yerinden fırlamış gibi görünen bir eleman kendisi. ritüel yine benzeri, st nikolaus uslu çocuklara hediyelerini verirken peşisıra gelemekte olan krampus ise kötü çocukları cezalandırmakta ki ne cezalandırma bildiğin çocuk yiyen canavar... aralığın 5i 6sı çocukların saklanma günü olsa gerek. ben çocuk olsam, değil tüm yıl tüm ömrüm billah uslu çocuk olmuş olsam bile sokakta bu yaratıkları görmek istemezdim. googledaki şu resimleri gördükten sonra bizdeki gulyabaniler dunkankalar halt etmiş bu krampus un yanında diyorum ayrıca.



berne giderseniz, sokakların birinde hatırlamıyorum hiç hangisinde bir çeşme ve üzerinde çocuk yiyen adam heykeli var (kindlifresserbrunnen). bildiğin eni konu çocukları lüpletiyor ve bunu şehrin göbeğinde yapıyor... avrupanın nüfusunun azalacağı eskiden belliymiş aslında,şimdi yeni birşeymiş gibi bunu genel trendlere falan bağlamak belki çok da doğru değil... çocuk yiyen adam olur mu ya, hadi hikayede oldu böyle sokak sokak gezer mi?! adamların tarihinde çocuk sevgisi yokmuş sanki..
bendeki resimleri biraz karanlık ama wikipediadaki şöyle bir resmi var çeşmenin ve olası yorumları:


ortaçağ avrupa mitolojisi neden bu kadar korkunç?...



bu arada, eve yarım saatliğine isviçre santası 'samichlaus' siparişi 80frankmış, gün ola lazım olursa zürich için adresi: http://www.chlaus-zuerich.ch/tarife.php

Thursday, December 8, 2011

Wednesday, December 7, 2011

mevsim

misafirler gelen gidenler bittiğine göre hava soğuyabilir fırtınalar kopmaya başlayabilir, evet. isviçreliler küresel ısınma falan sansa da sebebini, havaların böyle gitmesinin yegane nedeni "kışın soğuk buralar" diye inleyen beni misafirlere alay konusu yapmak idi. geçen hafta yılın muhtemel son misafirleri de döndüğüne göre bu fırtınalar soğuklar anlaşılmaz değil...

mevsim böyle bir mevsim. ayrıca yukarıdaki reklamda gani ganisini görüp belki de korktuğunuz ya da tiksindiğiniz şirincik(?)(sevemedim karagözlüm) grittibänz mevsimi, yer fıstığını narince açıp santa clausa merabağğ deme mevsimi, schmutzlilerle hesaplaşma mevsimi, tüketim çılgınlığı mevsimi (noel alışverişi!), normalde hiç bi anlamı olmayan düz mumlara cüzdanı boşaltma mevsimi, son 2-3 yıldır bende stres yaratan öncesi ve sonrası kritik deadlinelarla dolu uzun tatil mevsimi, eve gün sayma mevsimi, marroni-kestane mevsimi, kremalı kestane püresine (vermicelles) doyma ve yine cüzdanı boşaltma mevsimi, glühweinla bünyeyi  doyurma-çaya abuk sabuk likörler katarak da ısınma mevsimi, noel marketi görmekten bıkkınlık geçirebilme, ama akşam olup da ışıklanınca yine sevinebilme mevsimi, raclet ve fondue kokusundan boğulma riski atlamaca mevsimi,hansel ile gretel masalının gerçekliğine inanma mevsimi ...



aralık ayı bana bunları ifade ediyor. glühwein içip vermicelles yiyerek geçirebilirim sanki bu ayı. zaten aralık burada-ve çoğu hristiyan ülkelerde- bizdeki gibi 31 değil 24 çekiyor. 24üyle 31i arasında bir hayat yok sayılır eğer ki burada bir aileniz yok ise. aileniz var ise -gerçekten, manevi açıdan da, ailenizse- yemeğe ve hediyeye doyacağınız ve belki de uzun zamandır görmediklerinizi göreceğiniz bir on gün sizi bekler...




**resimler ordan - burdan

Saturday, December 3, 2011

"herşeyin kendisini olduğu gibi beklediğine inandıran bu yanıltıcı duygu"...



ben seni sevmeyeyim de kimleri seveyim a pestalozzi, namı diğer uzunbiraradan-yokluktan-sonratürkedebiyatınakavuşmanoktam. hemencecik murakaminin iq84ünü de edinmişsin beni daha da bahtiyar kılmışsın...


böyle kitabım, müziğim,ve kağıt-kalem-makas-boncuk dörtlüm olsun, sıkılmam ki ben hiç evde...


ne demiş sevgili susam sokağı atalarımız:
kes, kes, kes kağıtları
neşeli sakin tasasız çıkar hayatın tadını!




bi'şey sandınız di mi diyince, oysa böyle kendini bilmez bir dağınıklık...

Thursday, December 1, 2011

bitti bitmez dediğimiz masallar

daha önce bu başlığı kullandım mı acaba? muhtemelen evet?... zira ne zaman istanbuldan buraya gelsem veya ne zaman ziyarete gelmiş biri dönse aynı hüzün.

şehri tanımama, insan tanımama değil. istanbuldan daha hakimim ve muhtemelen türkiyede tanıdığım insanlardan daha fazlasını tanıyorum burada, birşey organize etsem daha fazla insan geliyor ama işte o maddi değil manevi tatmin yok. adaptasyon sorunu değil bu, belki "sıkıntısı" denebilir? bilemiyorum, gerek duymuyorum tanımlamaya



tez ve iş konularında şu ara sıkıntılı zamanlar geçirsem de bir ziyaret ya da solmuş sandığın çiçeğin yeşermesi, yeşermeyi bırak kış günü domates vermesi kadar mutluluk veren şey az olurmuş