Thursday, September 30, 2010

isviçre'den geçerken






geçiyor isviçre camdan

güneşli bir akvaryumdan
geçen bir balık gibi,
çok renkli bir balık.

bakıyorum vagonumdan
kederli
alaycı
öfkeli biraz da alık
bakıyorum vagonumdan
not alıyorum
isviçre üstüne doğru yanlış bildiklerimi
gördüklerime katarak
hava ne soğuk, ne sıcak,
burda her şey böyle galiba, gülüm
ne soğuk, ne sıcak,
ne serin, ne ılık
ayarlı bir saat
markası ünlü bir kol saati…
isviçre oyuncak bir memleket
dev dağlarla karışık.
dev dağlar gülüm,
çocukluğumun dağları
tobler çikolatasının.
uzaklardan gelen sütlü bir tat ağzımda
ve çocukluğumu hatırlamanın kederi
düğümlendi boğazımda.

ve işte göller, gülüm,
turist dergilerinin kapak gölleri,
kaymak kağıt üstüne pırıl pırıl,
telleri, duvakları, yalçın yamaçlarıyla,
şaşırıyorsun baskının güzelliğine.
isviçre, bir yandan da, gülüm,
benziyor yastık yüzüne,
çivitli, ütülü, danteleli,
yeni de geçirilimiş
yani bir insan başının ağırlığı
çukurlaştırıp kırıştırmamış henüz.
isviçreyi, bilirsin, gülüm,
dilsiz kasası, derler,
bir yerlerden, bir şeylerden kaçırılan paraların.
bir de gülüm,
casuslarla boz inekler işi var.
sere serpe gelişmiş inekler casuslar,
isviçre tarafszlık cennetine girdi gireli.
casuslar boy boy
ve çeşitli milletlerden olmalı
ama hepsi bir boy boz ineklerin
hepsi isviçreli

fransaya yaklaşıyoruz .
karşımda bir kız
polis romanı okuyor.
güneş, pembe derisini hafifçe soymuş,
at kuyruğu saçları yapağıdan,
gözlerinde tatlı tatlı gökyüzü,
wilhelm tell elmayı yanaklarına koymuş
bakıyorum isviçreye vagonumdan,
şehirleri cansıkıcı olmalı
belki sanatoryomları eğlencelidir.
yaşamak ister miydim
şu gördüğüm yerlerde
şu saygıdeğer adamların arasında
doksanımdan sonra belki…

niye böyle şeyler yazdım isviçre için?
belki kıskandığımdan
kanlı çölün ortasındaki küçük bahçeyi

çiçekleri küçük bahçenin,
çiçekleri biraz da,
çölde akan kanımızla sulanmadı mı?
sulanmıyor mu?

ve rahat, karlı gecelerinde isviçrenin
yıldızları biraz da
göz yaşlarımızla yıkanıp yanmıyor mu?
girdik fransaya, gülüm,
değişti evler, hava, adamlar.
işte kıvır kıvır
körpe kıvırcık salata gibi,
yıkanmamış, hatta çamurlu,
fransa toprağında bahar…

mayıs 1958

n. h.



daha da bir şey diyemem sanırım isviçre üzerine. denilecekler denmiş bir şiirle. üstelik sadece trenle fransaya geçerken. 

Wednesday, September 29, 2010

cenevre pembesi

valla bak... var böyle bir renk.. var bu renkte bir şehir, dağlarında pembe inekleri sularında da asil kuğularıyla...


Friday, September 3, 2010

arada kaldım tam arada

" yabancı bir ülkede yaşamanın birinci icabı insanın en aşina olduğu şeye, ismine yabancılaşmasıdır." 



"ne vakit bir yabancı bir başka yabancıyla ikisine de yabancı olan ortak bir dilde sohbet etmeye kalksa, konuşmalarının en iyi tarafı budur işte. içlerinden biri bir kelimeyi bulamadığında, öteki de bulamaz nasıl olsa."




gibi... ama daha da eğlencelisi kitabın, üstelik türkçe versiyonunun pestalozzi de önümde belirivermesidir. isim olayı benim de acımdır...






" kim gerçek yabancı- bir ülkede yaşayıp başka bir yere ait olduğunu bilen mi yoksa kendi ülkesinde bir yabancı hayatı sürüp, ait olacak başka bir yeri de olmayan mı? "