Friday, November 25, 2011

arbeit macht frei!

vay arkadaş kim derdi ki gün gelecek de nazilerle aynı fikirde olacağım, çalışmak adamı özgürleştir'i savunacağım. ama yok , öyleymiş!

en azından şu helvetia diyarında...



mesela ben, bir öğrenci (sefil?) olarak sabah 8 akşam 7 lab. dayım.

buna mukabil, sevgili lab çalışanları ise kimi çarşamba öğleden sonrasında haftasonunu başlatıyor kimi öğleden sonra 2buçukta çıkıyor, 4te ise herhangi bir insanı ara ki bulasın. 

evet, uygun koşullar sağlandığında, çalışan biri benden çok (çoooooooook) daha özgür ve bu özgürlüğün üstüne para kazanıp maddi özgürlüğe de kavuşuyor..

-kabul yani, isviçre hep kötü hep kötü değil-



*resim wiki'den

Monday, November 21, 2011

eko tv

yıllar yılıdır böyle ara ara kendimi şu son giden i söylerken buluyorum mor ve ötesi'nden. beynime mi işlenmiş yoksa seviyor muyum karar veremedim...

şimdi için öyle diyemesem de, eskiden -sanırım eko tv zamanları bu eski tanımı-, çok severdim mor ve ötesini, özellikle bu şarkıyı, sabahın köründe li şarkıyı, ve ilk damla düştü lü yü.



hayır, şarkıların adlarına bakamayacak kadar tembel değilim, sadece ben hafızası böyle olan bi insanım. şarkıların adlarını bilmedim bilemeyeceğim, şimdi buradan bilirmişim gibi davranmama gerek yok, di mi?

hatta sırf bu isim kıtı hafızadan dolayı, sabahları uyanmışken rüya gördüğüme inandı insanlar. her sabah aynı saatte ki o saat bizim sevgili servisin gelme saati oluyordu, aynı süper şarkı tvde çıkıyordu ama ben kapıda ayakkabılarımı giyiyor ya da toparlanıyor falan oluyordum ve her seferinde "o süper şarkı yine çıktı, şöyle böyle animasyonlu klibi var biliyor musun kimin"  gibi sorular soruyordum etraftakilere ama nafile. sadece ben denk geliyormuşum...

ve yıllar sonra (çok mu dramatik bir kalıp bu "yıllar sonra"?), youtube un hayatlarımızda yerini almasıyla yüce bir bilgiye ulaştım (muhtemelen şans eseri).  meğersem mete özgencilin şahane bir albümü ve daha da şahane şu şarkısı varmış. bir şeyi yıllarca aranıp bulunca insan huzura eriyormuş gerçekten, haha




dünya beş dakika sonra benim olmasa da beş dakika sonra çıkmazsam filme geç kalıyorum, puyyyyff



pazartesi demişken, şu http://www.project21.ch/ in de bazı pazartesileri ücretsiz film gösterimleri var StuZ2 da... evet, pazartesileri çalınmaması gereken bir gün

Sunday, November 20, 2011

holy monday!

abartıp thanks god it is monday moduna girmiyorum, ne de olsa o bir pazartesi, pazar sabahlamalarımın sebebi, dolayısıyla bir çok insan gibi ben de pazartesilerle aramın iyi olduğunu söyleyemeyeceğim. 

şöyle başlayayım ki, aşağıda pek taze opernhausdaki operalardan birinin bilet fiyatlarını ve kaçının satıldığını görüyorsunuz.



270 frankla 38 frank arasında değişiyor biletler, ve neredeyse hepsi tükenmiş durumda... kapış kapış gidiyor yani biletler... bir de hani bizde derler ya, aah ahh azizim eskiden beyoğluna en yeni en şık giysilerimizle giderdik diye... burada da insanlar opera binasına en yeni en şık kıyafetleriyle gidiyorlar önünden geçerken kendimi sürekli paçoz hissediyorum. bu ise konudan alakasız.

tamam bizde de tiyatro için olmasa bile opera bale gibi etkinlikler için insanlar daha bir özenerek gelirler ama burası başka.. verdikleri bilet parasından dolayı olabilir. 

ikiyüz frank on saatlik çalışma ya da bir haftalık harcama demek sıradan bir öğrenci için. yani öyle bizdeki gibi bir paket sigara ya da iki bira içmeyi ver kardeşim şeklinde insanları motive edemiyorsunuz.

ha buna karşılık, muhtemelen burada çalışan insanlar bizdeki gibi sürünmüyorlar, insan gibi yaşıyorlardır -sanırım-.

tiyatrolar ise kısmen daha ucuz.

sinemalar biraz daha ucuz..

müzikal gibi tamamen özel etkinlikler ise almış başını gitmiş fiyat konusunda.. artık ilgilenmiyorum

holy monday diyordum... kutsallığı paskalyadan değil etkinliklerdeki indirimden geliyor benim için. 

sinemalar indirimli, ve dahası schauspielhaus daki oyunlar yirmi frank! hatta büyük salonda arkada oturmaya razıysanız 10 frank. gayet makul yani

ayrıca daha bir sürü özel tiyatro var tabiki de, sadece demin oyunlara göz gezdirirken aklıma geldi bahsetmek. 




Friday, November 18, 2011

my way?



aslında sözlere bakınca yeni ergen şarkısı olma potansiyeli var, ama dönüyor kafamda... kırağı ile güne başlayıp, şiddetli bir sisin içinden geçip sonunda -5 saat sonra- güneşe ulaşmak huzur veriyor insana ve gizliden de sakin bir isyan. şarkıdaki gibi





bütçe kısıtlamasına gitmeye çalışıyorum ama ne kadar çabalarsam çabalayım bi işe yaramayacakmış gibi, zira kafadan 900frank sabit ödemeler var aylık (isviçreye geleceklere sevgilerimle)

genel pahalılığı geçersek, isviçrede sinir olduğun bir konu da şu tren ücretlendirmeleri. zürihten okula -aynı kanton içinde- aylık abonman almak 198 frank. tüm ülke içindeki her toplu taşıma vasıtasını kapsayan GA ise aylık 250 frank.. (yıllık alırsan 220.-) her gün okula bilet almak ise günlüğü 20den pekçok frank... bisiklet almak 150-200 frank falan (ikinci el) lakin kış günü 2/2 toplam 4saat pedallama sonucu gelecek hastane parası belirsiz.





****

sitelere, sosyal ağlara bakınıyordum da kalp kalbe karşıymış time la ortak kelimeler kullanmışız :P ya da my way, your way, his/her way vaktiymiş vakit

erdoğan's way.. kapak biraz şaka kıvamında olsa da ("pro-islamic, .... secular, democratic, western-friendly " diyerek) yazı aslında o kadar şaka gibi değil. erdoğan, arap ülkeleri tarafından kendisinin algılanışı ve türkiye konularını fena toparlamamış aslında. adamı kapak yaptılar diye erdoğan'ı pohpohlayıcı bir yazı olduğu iması çıkmış sanırım, yorumları okuduğum - gördüğüm kadarıyla. siz de bu fikirdeyseniz, veya hiç olmadı avrupada ve islam ülkelerinde demokrat, sosyalist, ya da açık fikirli falan geçinenlerin erdoğan hakkındaki düşüncelerini özet olarak öğrenmek isterseniz okumazını tavsiye ederim:
http://www.time.com/time/magazine/article/0,9171,2099674,00.html
(hatta benim gördüğüm kadarıyla avrupada yaşayan modern arapların erdoğan'ı nasıl nasıl sevdiği oldukça şaşılası)
(ayrıca kabul iç sorunlardan pek bahsetmemiş. ama yazı erdoğan ve dış politika ağırlıklı -özellikle arap dünyası- hem tipik türk işi içerde -evde- kavgalı dışarı ise güçlü-mutlu-beraber görünme çabamızı erdoğan da sürdürmüyor mu ki?..)
(ilk sayfanın sonunda niye "portrait of kurdish rebels" albümüne link var,bunu ise bilemeyeceğim...)

-

diğer bir gözüme çarpmışken-aklıma takılmışken konusu da... şu fotoğrafın rengi mi denir dokusu mu denir.. bu editlenmiş gri tonlar... (sırf grilik değil de, kelime dağarcığım gayet kıt ki tanımlayamadım) adı herneyse bu birşekildekoyulaştırmametodu, isviçre dergilerince de çok kullanılan -bu kullanım sıklığından anladığım kadarıyla çok beğenilen/sevilen bir düzeltme şekli.  hiç sevemiyorum oysa ben.





ve son olarak çok kısasından: pro-islamic, neo-Ottoman... çok çakma kelimeler gibi durmuyor mu?


.

Monday, November 14, 2011

i can see you all




sabah sabah içmeden güne kafası güzek başlamak böyle birşey olsa gerek?

Sunday, November 13, 2011

eni konu deneysel takılıyorum

sıkıntı bastıkça, teslim tarihleri yaklaştıkça ben kendimi mutfağa atar oldum. abuk sabuk icetea aromalarından, mavi-mor ekmekten, pirinç unlu-kırmızı fasulye ve elma püresi ezmeli pastamsı kekimsiden ve daha antin kuntin yemek denemelerinden sonra şu ara kefire sarmış durumdayım. bi lokmalık kefir tanesine yaptığım süt yatırımının da haddi hesabı yoktur sanırım. ilk başta istanbuldan geldiğim gibi yapmayı unuttuğum için canlandırana kadar ve süt-kefir oranını buldurana baya bi çabaladım. bi sütü fazla geliyor ekşi süt oluyor, bir az geliyor yoğurt oluyor, yok yeterli sarıp sarmalamamışım, yok okuldan gelene kadar 16yı bırak 24-30 saati geçmiş.... derken ben bir haftalık blok ders için şehir dışına giderim. gitmeden internetten gayet az yaptığım araştırmama sonucu (ilk çıkan sayfaya inan) bi kaba su koyup kefiri içine atıp buzluğa terkettim sevgili kefirdanesini... döndüğümde de misafirdi şuydu buydu derken danecik bana küsmüştü. tekrar canlansın diye şımartmalar falan derken araya başka bi şey giriyor, düzenli yapmayınca da hemen alınıp küser gibi oluyor bu kefir tanesi. kar tanesi kadar hassasmış meğersem.

böyle işte o da canlı diyip öldürmeye kıyamıyorum. ev hayvanımmış gibi besler oldum, eni konu sütlere bakıyorum markette hmm bu sefer de şu sütü mü denesem diye. hatta ara ara ona ayrı bana ayrı süt aldım -şu alınganlık dönemlerinde- bana ucuzu, ona işte pastörize kaliteli falan.

böyle garip bir ilişkiyle kabullendim yani kendisini, sardunyadan sonra kefir için de dertleniyorum artık eve uğramadığım zamanlarda.


aslında basit kefir yapımı. tavsiye ederim. doğrusunu söylemek gerekirse, tadını pek sevmedim ben. ama işte soğukken içiliyor. internette gördüğüm kadarıyla peynir, krema, ve tereyağımsı şeyler de yapılabiliyor kefirle. çok mantıklı buldum ama bunları istanbulda denerim ancak, malesef ki evimize hijyen konusunda hiç güvenmiyorum.
mesela şu iki adres yardımcı olabilir -kendime de not,istanbula gidince anneyle yapılacaklar-
http://users.sa.chariot.net.au/~dna/kefir_cheese.html

taneler nasıl birşey, kefir denen içecek neye benziyor (ayranın kıvamlısı,ve daha tatlımsısı) yapılışı falan gibi resimler için hatta kefir yapımı için şurası yardımcı olur gibi, ben demin gördüm
http://mygardenismyhappyplace.blogspot.com/2009/08/art-of-kefir-making.html

çok sanat falan değil kefir yapımı. sadece dikkat edilmesi gereken konular var, ve aslında mutfakla-ya da gıdayla (food science)- biraz haşır neşir olanlar tahmin bile edebilirler.


  • metal kesinlikle değmemeli. dolayısyla plastik süzgeç ve mümkünse plastik kaşık falan kullanılmalı.
  • cam kavanoz kullanmak,mümkün mertebe steril/temiz alet edevat kullanmak, ılık bir köşede bekletmek, sarıp sarmalamak, karanlık ortam yaratmak fermente süt ürünlerinin olmazsa olmazı zaten.
  • kefir tanesini mayalama yapmazken su içinde ve dolapta, en fazla iki gün bekletmek (sonrasında aktivitesini zamanla yitiriyor)
  • uzun süre saklama için... emin değilm bir buçuk hafta buzlukta saklanabiliyor denediğim kadarıyla ama, aktivitesi azalıyor. kurutma demişler ama ayakkabılarla dolandığımız şu evde ben öyle bişeyi denemem, bilemiyorum...



galiba bu kadar dikkat edilmesi gerekenler.


kefir nasıl yapılır konusundaysa... bende mesela şu anda sadece bir yumakcık kefir tanesi kaldı, yaklaşık 2x3cm boyutlarında. ancak bir bardak-300ml lik sütü mayalayabiliyor yavrucak. daha fazlası ekşi süt olarak kalıyor. daha fazla kefir daha fazla sütü mayalar, zamanla da çoğalıyor ama ben işte bir türlü büyümesine imkan tanıyamadım düzenli mayalayamamaktan ötürü.
neysei kısaca, ılıttığımız süte 30 C falan (oda sıcaklığı diyorlar ama bence oda sıcaklığından biraz daha ılık olması daha iyi) kefiri atıp kavanozun ağzını kapayıp, sarıp sarmalıyoruz kavanozu. amaç mümkün mertebe ılık tutmak, karanlık ortam) sonra da kalorifer yakınına, ya da güneş alıyorsa pencere önüne (pencere kapalı olmalı ki sarmanın bir mantığı olsun) koyup ortalama 14-16 saat falan bekliyoruz. fazla olsa da olur, bakınca anlarsınız zaten. kıvamı birazcık yoğunlaşmış oluyor.
sonra süzüyoruz, süzgeçte kalan kefirciğimizi suyla bir güzel yıkıyoruz, çok klorlu falansa musluk suyu içme suyuyla yıkamayı öneriyorlar. sonra hemen tekrar mayalamayacaksak su dolu kapta, ağzı kapaı bir şekilde buz dolabında bi iki gün dinlenmeye bırakıyoruz.

böyle bir şey.

kefir şu anda mayalanmada olduğu için resim çekemiyorum, rahatsız oluyor paşam...




ne acayip, hiç gıda ya da yemek gibisinden bir etiket açmamışım. bahsetmemişim demek deneysel çalışmalarımdan.

Thursday, November 10, 2011

wädenswiler...


ne bekleyeceğim ya... aklımdayken yazayım, sonra düzeltirim dedim. unutuyorum sonra. bir sürü notlar halinde bırakılmış yazı var, hiç yazasım da gelmiyor öyle bırakınca. resimler benim rutin güzergahımda çekilmiş resimler dolayısıyla...

ama seviyorum bu waedi'yi... hem böyle bağlar bahçeler var,çiçekler var... sokaklarda meyve ağaçları var! isviçrenin diğer tarafları ya da zürih gibi değil. daha sempatik geliyor bana bu yüzden..
yanlış anlaşılmayayım, alman kısmından bahsediyorum. yoksa tessindeki sebze meyvecilikle yarışamaz.

bunun dışında başka bişey yok :) bir sineması, bir tiyatrosu olan, hatta merkezinde kioskları saymazsak bir marketin olduğu bir yer. ama üniversite var işte, sayesinde üç beş bar tarzı daha doğrusu öğrenci mekanı var, müller var, kısmen kozmetik ürünlerinin ucuz olarak alınabileceği... çarşısı şirin, bi tane cadı levhamsı heykelimsi şeyi var, kış sonu-bahar başında festivali var -faschtnacht-,istasyonun önünde gölün orada kışın buz pateni pisti kurukuyor yazınsa dönme dolap geliyor, kendi birasını üreten Wädi-Brau-Huus var,.. yine de bir şekilde bana sempatik gelen bir yer işte...
tek sinir olduğum konu ise, tüm otobüsleri tren yanaştıktan üç dakkika sonra kalkıyorlar. dolayısısyla olaki hasbelkader tren bir geç kaldı mı, otomatik olarak her hangi bir yere otobüsü de kaçırıyorsun...

canı sıkılmaktan patlama noktasına gelmiş hangi insan evladı hazırlamış şu otobüs durağının kritiğini yapan videoyu bilmiyorum ama otobüsle waedi turu olarak bakarsak videoya şöyle bir yer:



fasnacht denen festivalimsiye göz atmak isteyenler içinse şu linki önerebilirim:
http://www.youtube.com/watch?v=BqKSYqbPGag&feature=related

Wädi! **


bilgisayardaki resimleri düzenlediğim bir ara bahsetmek istiyorum bu ikinci maslak'ım olan wädenswil'den aslında..

ayrıca zug denen şehirden haberimin oluşu da ayrı bir salaklık hikayesidir. şöyle başlarsam zug=tren
-nereye gidiyorsun?
*zug'a
-aaa nereye
*zug (?!) (dedik ya diye düşünüyor muhtemelen)
-tamam da trenle nereye?
* (kopuş) zug şehrine

aradaki lafları atlayıp özet geçince böyle olmuştu burayla tanışıklığım



**wädi, badi, studi.... kısalt kısaltabildiğince

Wednesday, November 9, 2011

depression of the director

winter depression on these sunny days? or am i just psychologically on my limits? -again?


http://fizy.com/#s/1rc3v1
bu şarkı güzel değil de nedir?...

Sunday, November 6, 2011

güneş kokusu

güneş kokusu, bayram dilekleri, karşında kutlayacak biri olmayınca ise bayramın anlamsızlaşması


yine bir pazar,yine sınavım ve sunumum var, ve yine hava güneşli. türkiyede de hangi mevsim olursa olsun pazarları güneşli mi geçiyordu acaba?
hatırlayamıyorum...






"dur, gitme.. bu acelen ne?doyamadım daha güneş kokusuna"...

Friday, November 4, 2011

döner macht schöner

wiki der ki:
"In 2007, 1.45 million resident foreigners (85.4%, or 19.1% of the total population[14]), had European citizenship (Italian: 295,507; German: 224,324; citizens of Serbia and Montenegro: 196,078; Portuguese: 193,299; French: 83,129; Turkish: 75,382; Spanish: 66,519, Macedonian: 60,509; Bosnian: 41,654; Croatian: 38,144; Austrian: 36,155; British: 32,207). ; 109,113 residents were from Asia; 69,010 from the Americas; 66,599 from Africa; and 3,777 from Oceania"


2007 de 75bin türk.. ki o vakitten sonra akın akın yüksek lisans öğrencisi geldi ülkeye, ve ayrıca geçen sene genişletilen eu-ch arası serbest dolaşım çalışım falan fişmanından sonra da gelenler oldu, olacak...


şu an için yaklaşık 8 milyon olan isviçre nüfusunun resmi olarak 1,5 milyonu yabancılardan oluşuyor... korkmakta, bu korkuyla svp ye sığınmakta haklılardır belki bilemedim şimdi..





alles gut, alles andre egal


Patati und Patata, soviel Palaver und ich harder und ich harre und ich starre. 
Abracadabra, bin ich da! 

almanca o kadar kötü, şarkılarsa o kadar sert değil aslında. mesela şunu bir dinleseniz sevmez misiniz? ıslıkl eşlik edilesi, ben ıslık çalamasam da çabalamadan duramıyorum

kleingeldprinzessin , die kleingeldprinzessin und die stadtpiraten ya da dota... artık nasıl geçiyorsa kızımız ve grubunun adı ben sevdim.